Şubat 2024. Alman Edebiyatında Üç Tiyatro Eseri 2: Rolf Hochhuth “Hukukçular” (2)

Prof. Dr. Nazire Akbulut

 Şubat 2024

[…]

İki arkadaş sohbetlerini sürdürürken Klaus, pasaportunun süresini uzatmak için yetkili kuruma verdiğini paylaşınca Dieter, Esslingen mahkemesinden aldığı beraat kararının yanında olup olmadığını sorar. Dr. Klaus evrak çantasını işaret ederek o ve daha pek çok şeyin çantada olduğunu tehditkâr bir şekilde söylese de Dieter bunu da fark etmez. Dieter, Tina ile birlikte yorgun anlarında Klaus’un esprili hikâyelerini özlediklerini özlemle dile getirince Klaus, akşam anlatacağı hikâyelerin hiç de komik olmayacağını itiraf eder. Dieter yapılan imaların hiçbirini fark etmez. İş bulmaktan korkup korkmadığını ve onu ülkeye bağlayan bir sevgilinin olup olmadığını sorduğunda, doktora danışmanı ile beraber ABD’ye gideceğini, bir ameliyat hemşiresi ile ilişkisi olduğunu ancak sorunlar yaşadıklarını anlatır.

Kapı zili yeniden çalar. Gelen koruma müdürü Hämmerling’dir ve beraberinde de bir de keskin nişancı birini getirmiş; tam teçhizatlı bu polis terasta Bakanı koruyacak. Klaus, tanıştırıldıklarında güvenlik amiri Hämmerling’i tanıdığını söyler. Koruma müdürü, “beni mi?”, diye hayret edince Klaus, “Sizin beni tanımanız, daha trajik olurdu”, der. Hämmerling, evde bir misafirin (Klaus) olmasından memnun kalmaz. Dieter’den, Bakan’ın misafiri olmasını ister, ancak Dieter kabul etmez, çünkü Bakan onu o güne kadar hiç davet etmemiş; ayrıca “kutlama, evleneceğim kadının kendi evinde olacak” diye kestirip atar. Hämmerling, “Teçhizatı şimdiden burada bırakabilir miyiz?”, diye izin isteyince, Dieter de onsuz eve dönmeye cesaret edebilecekler mi, diye durumu hicveder. Hämmerling kendileriyle dalga geçmemelerini, 1976 yılında 28 polisin görev başında öldürüldüğünü paylaşır. Dieter de kendi bakış açısından karşılık verir: 1962-1973 yılları arasında 70 kişi polis kurşunu ile öldürüldü; buna karşın sadece iki polis ceza aldı, der. O an nöbet tutacak polis, teçhizatını yüklenmiş şekilde içeri girince Dieter polisin silahlanmasını, “Keşke polisler de ordudaki gibi makineli tüfek ve el bombaları ile donatılsalar”, şeklinde ironi ile dile getirir. Hämmerling de kızgın bir tonda bunun gerçekten planlandığını belirtir. Dieter, Hitler’e atıfta bulunarak, “İngilizler ne kadar yozlaşmış bir ırk, polislerinin silahı dahi yok”, diye alay etmeye devam eder. Hämmerling de buna karşın İngiltere’de polis katillerine ölüm cezası verildiğini söyleyerek karşılıklı söz düellosuna girerler. Klaus, bir tabak mama dışarı konulmasını söyleyince koruma müdürü sert karşı çıkar. Klaus söylediğinden çark eder, polisi değil, merdiven başında atak yapan köpeği kast ettiğini belirtir. Dieter de, “Hayvanları koruma derneği başkanı köpeksiz mi korunacak?”, diye ilk karşılaşmalarındaki konuya atıfta bulunur. Klaus giderayak Hämmerling’e “bir sır paylaşacağını” fısıldar, aslında dalga geçer: Anarşistler polis köpeklerinin hepsini bir anda devre dışı bırakacak planlar yapmışlar. Koruma müdürü, “Zehir mi?”, diye sorar; “yok”, der Klaus, “Dişi köpek veya dişi köpeğin kanamasına bulaştırılmış bezlerle, paçavralarla gezerek, polis köpeklerini görev yapamayacak duruma getirerek onları vurmak zorunda kalmanızı planlıyorlar.” Koruma müdürü, anlatılanları ciddiye alarak teşekkür eder.

 

İkinci Perde

Ağır itham kanıtlanamıyor. Postacı Troçkist’miş.

06 Şubat 1979 tarihli Wilhelmshavener Zeitung (günlük gazete).

Bremen’de bir posta memuru, sol radikal grup olan Troçkistlere “yakın olmaktan” mahkemeye çağrılır. Gerekçe olarak, 9.8.1978 tarihinde İtalya sınırında, Fransız yetkililerce araba hırsızlığı nedeniyle tutuklanmış olması, gösterilir. Oysa suçlanan postacının, belirtilen tarihte aslında Oldenburg kentinde görevde olduğu; Temmuz 1978’de de arabası ve belgelerinin çalındığı ortaya çıkar.

[Üç buçuk sayfalık reji açıklamalarının özeti:] 1943 yılına kadar Heilmayer kızı olursa ona Siegrid adını vermek istermiş, ancak Hitler dönemindeki Hıristiyan karşıtlığı buna engelmiş. 1950’lerden itibaren Hıristiyanlığa ilgi yeniden yükselişe geçince, o da kızına Christiane adını koyar.

Uzun boylu ve geniş omuzlu olan Heilmayer, “masaldaki tebeşir tozu yutmuş kurt gibi bu heybetli halini yumuşatırcasına sessiz konuşur”. Cildi bronz tondadır, çünkü kışın kar kayağı, yazın da su kayağı yaparken fotoğraf çektirmeyi sever. Kızı, karakter bakımından olmasa da tip olarak babasına çekmiş. Pfalz bölgesinden gelen, kocası ile arasında yaş farkı olan, ufak tefek, kilolu ve esmer annesine çekmemiş, babası gibi yapılı ve sarışındır. Heilmayer’in babası yoksul koşullarda yetişmiş biri olmasına rağmen şaşılacak şekilde banka memurluğuna kadar yükselmiştir. Oğlu Heilmayer de yükselmek için Hitler’in gözde birliğine girecekmiş ki içgüdüleri onu vazgeçirmiş - o birliğin tamamı Hitler’in Sovyetlere saldırısından bir yıl sonra ölmüş - hukuk okuyarak cephede savaşmaktan kurtulmuş. Dönemdaşlarının tümü savaşta ölürken o bir çizik dahi almadan savaş yıllarını atlatır ve kendisi savaşa gitmezken, savaşmak istemeyenlerin infazına karar verir. Savaştan sonra da kendisi gibi Hitler adına ölüm cezası isteyip ölüm cezası veren ve ölüm cezasını uygulayan (savcı, yargıç ve cellat rollerinin tümünü üstlenmiş biri olmasına rağmen) suç ortaklarının dayanışmasıyla mahkeme karşısında yemin ederek “»antifaşist mücadelesini« belgelemiştir”. Çünkü savaş sonrası (Nürnberg Mahkemeleri’nde görülen davalarda) herhangi bir Almanın bir başka Almanı öldürmesi gibi savaş suçu Müttefik Devletlerin umurunda değildi. Savaştan 30 yıl sonra bu suçu işleyen askeri yargıçlar dâhil herhangi bir kişinin bu konuda herhangi bir kitap yazmamış olması, bu aldırmazlığın bir kanıtıdır. Alman yargıçlar, 30 bin Alman askeri ölüme mahkûm etmişler. Bunların 16 bini giyotinle infaz edilmiş, pek çoğu da, içinde “Geri dönüşü istenmeyen” (“R.U.” – Rückkehr unerwünscht - Urias-Brief) ibaresi içeren bir zarfla cepheye gönderilmiş. Bunlardan biri de Erich Kuby’dir. Kuby, yaşadıklarını çok bilinmeyen ama aslında şahane bir eser olan “Benim Savaşım” adlı eserde belgelemiştir.

Heilmayer, annesinden hep utanmış, onu çevresinden saklamış. Vefat ettiğinde, öldüğüne değil de Bakan oluşunu göremediğine üzülmüş. Josef Goebbel nasıl ki hizmetine bir prensi almışsa Heilmayer de “küçük insanları” değil soyluları hizmetine almış. Heilmayer, kendini yazılı basında gündemde tutacak, ama gerçekleştirmeyeceği projeler dile getirir. Kendi gösterişini de karşısındakini onurlandırmak gibi telkin eder. Örneğin kızının evine Güney Afrika’dan bir başkanla yaptığı toplantıdan çıkıp giderken kıyafetini değiştirmemesini, sanki kızının doktora unvanı şerefine özel giyinmiş gibi açıklar. Akşam Heilmayer ile birlikte yemekler yenilmiş, tatlıya geçilmiş. Siyah diz uzunluğunda bir abiye giymiş olan Tina, damdaki polise verdiği yemek tabağını alıp tatlı ve şarap ikram ederken babası da yardım amacıyla teras kapısını açıp kapatır.

O saate kadar Heilmayer ile sorun yaşamayan Dieter, kendisi kullanmadığı halde ona Churchill purosu ikram eder. Ünlü kişilerin adları ile anılan nesneler üzerine başlayan sohbet, sigara tiryakisi Dr. Klaus’a ve saat kaçta geleceğine döner. Dieter, arkadaşı Klaus’u dokuza doğru beklediğini söylerken damdaki keskin nişancı Rutenfranz lavabo ihtiyacı için mahcup bir şekilde genç çiftten izin ister. Bu arada Dieter, “gelecek yıllarda birileri bize bakıp BRD (Bundesrepublik Deutschland) kısaltmasını  ‘Banal Cumhuriyeti Almanya’ (Banausenrepublik Deutschland) olarak yorumlayacaktır”, der. Heilmayer ise misafiri olarak kalmasını istiyorsa devlet hakkında olumsuz konuşmaması gerektiğini, sanatın dahi Federal Alman Cumhuriyeti devletinin özgürlükçü anlayışından yararlandığını belirtir. Dieter ise devlet fonları ile desteklenen yerel sanat kurumlarının, bağımsız sanat üretiminin rekabet gücünü kırarak Anayasa’da güvence altına alınan fırsat eşitliğini de çiğnediğini, bunun tek nedeninin alınan dolaylı rüşvet olduğunu, böylece eleştiri hakkını da gasp ettiğini sıralayarak itiraz eder. Edebiyatın yalnızca nesir türü - o da bulunduğu dönemle sınırlı kalarak - eleştiri hakkını kullandığını vurgular. BRD kısaltması, solcuların devleti eleştirmek için tercih ettikleri adlandırma olduğu için Heilmayer bundan vazgeçmesini, “sanata heba ettikleri paranın nereye gittiğini sorgulamadıklarını”; sanatçıların, devleti eleştirmek için nedenleri olmadığını, inanarak savunur. Dieter ise bu tezi çürütür: İmparatorluk döneminde de Weimar Cumhuriyeti’nde de sanat toplum tarafından desteklendiği için ünlü sanatçılar ve eserler ortaya çıktığını, toplumun ve iktidar aktörlerinin de hak ettikleri eleştiriden nasiplerine düşeni aldıklarını örneklerle ifade eder. Oysa “etle beslenen köpeğin o eli ısırmadığı” gibi son otuz yılın sanatçıları ve entelektüellerinin, verilen bu sus paylarıyla hiçbir dönemde olmadığı kadar yozlaştıklarını anlatır. Entelektüellerin oto sansürü nedeniyle hukukun da devreye girmesine gerek kalmaz, der. Tina, tuvaletteki Rutenfranz’ın çıkmadığına işaret ettiği an, keskin nişancı tuvaletten mahcup bir şekilde çıkar. Onu utandırmamak için de her üçü başını diğer yöne çevirir. Rutenfranz, bir elinde polis kalkanı, diğerinde silahı ve başında kaskı ile terasa geçerken elleri dolu olduğu için Dieter ona kapıyı açmaya kalkar, ancak adam elindekileri bırakarak karnını tuttuğu gibi tekrar tuvaleti kullanmak üzere o yöne koşar. Heilmayer, entelektüellerin ‘rüşvet’ (devlet desteği) almalarının eleştirildiğine sevinir ve sansürün nedeni olarak rüşveti mi saptadığını, gerçekten böyle düşünülüp düşünülmediğini sorar. Dieter ise Hukuk ve Sansür konusunda yazdığı doktora tezi nedeniyle bu sonucu elde ettiğini açıklar ve devlet desteği alan sanatçıların otokontrol uyguladıklarını, sansür kurulunun işini de üstlendiklerini ekler. Tina, babasının operaya neden sıkça gittiğini şimdi daha iyi anladığını şaka yollu dile getirir. Tuvaletten çıkan Rutenfranz’ın durumu iyi değil. Bakan, hasta ise evine gitmesini söyler. Tina verdiği yemeklerin mi onu rahatsız ettiğini sorunca, keskin nişancı ‘hayır’ der. Birkaç günden beri nehirde su içinde çalışmaları sonucu ishal olduğunu belirtir. Bakan, nehirdeki çalışmanın nedenini sorduğunda Polis, İngiltere kraliçesinin Bonn’a yaptığı son ziyarette, nehir yönünden koruma sağlayan Ren gemisinin su altında korunmadığı fark edilmiş. Bunu gidermek amacıyla dalgıç eğitimi başlatıldığını, çünkü kendilerinden neredeyse kimsenin orada bulunmadığı anlaşılmış. Kendisinin de bu eğitime katıldığını ve alacağı sertifika ile bir kademe atlayacağını anlatır; o nedenle ıslarla nöbet tutmak ister.

Keskin nişancı çatıdaki terasa çıkınca Dieter kahve ikram etmek ister. Oysa Bakan, karısının “talimatı” ile Tina’ya Mao’nun hediye ettiği çay fincan takımını hediye getirmiş, ancak onları o gece kullanmayacaklar. Baba kız hediye fincan takımı ve Mao ile görüşmeyi şaka karışık konuşurlarken çalan telefonu Tina açar. Başbakanlık arıyor; Bakan ile görüşmek isterler. Telefonda, Aldo Moro’nun cesedinin bulunduğu haber verilir. Ailesi İtalyan devletini temsilen kimsenin katılımını istememiş. Tina, bunun Schleyer ailesinin tutumundan daha tutarlı olduğunu dile getirir (anlaşılan Schleyer’in ailesi, devlet yetkililerinin cenazede temsiline itiraz etmemiş), çünkü “devlet o insanların kaderini katillerinin ellerine bıraktı”, der. Böylece tartışma konusu gündeme oturur ve tartışma alevlenir: Heilmayer devletin, eşkıyaların yeniden terör estirmelerini cesaretlendirmemek için taleplerini yerine getirmeyerek doğru karar verdiğini savunur. Ayrıca gelecekte devlete hizmet edecek iki insanın, olayı bu derece hafife almalarını da eleştirir. Dieter ise kaçırılan iki insanın da iktidar sahiplerinden kendilerini kurtarmalarını istediklerini vurgular. Heilmayer Dieter’in sözünü keser, der ki: “İktidar, seçmenin yüzde doksanının isteği gibi karar verdi”. Tina, öfkeyle, “Çoğunluk idamın da getirilmesini ve Nazi-cinayetlerine zaman aşımı uygulanmasını da ister”. Bir başka eleştirisi ise araçsallaştırdıkları Schleyer’in cenaze kortejine hükümet üyelerinin katılarak Immanuel Kant’ın “Hiçbir insan yalnızca araç olarak kullanılmamalıdır” sözüyle, insanlığın en temel ilkesine ihanet etmeleridir. Heilmayer, şimdiki gençlerin yerle gök arasında insan hayatından daha kıymetli şeylerin olabileceğinden haberdar olmadıklarını söyleyince, Dieter karşı çıkar. Bahsettiği değerler için can feda edilebilir, eğer kendi öz canıysa, der. Heilmayer bir taraftan rahatsızlanan Rutenfranz’a teras kapısını açmayı ihmal etmezken, bir taraftan da Tina ve Dieter’e, Schleyer ve Moro cinayetlerini bahane ederek devleti eylem gücünden men etmekle suçlar. Tina ve Dieter, devletin yüzbinlerce polisi, veri tabanı ve gelişmiş refleksiyle birini öldürmeden de başka birini kurtarabileceğini savunurlar. Tina, devletin Schleyer’i kurtarması için, birilerini öldürmesine gerek yoktu, der. Dieter de tarihten bir emsal verir: Calvin, Cenevreli hekim Servet’i önce közleyip sonra ateşte yakmıştır. Oysa teslis doktrinini (Baba-oğul-ruh) eleştirenlerden biri olan Dr. Miguel Servet aynı zamanda kan dolaşımını inceleyen ilk kişidir. Castellio adlı fakir bir göçmen, Dr. Servet’i muktedirlere karşı Basel’de şöyle savunmuştur: “Bir insanı öldürmek, bir öğretiyi savunmak değildir. Sadece bir insanı öldürmektir, başka da bir şey değildir.” Tüm bu tartışmalar, Rutenfranz’ın tuvalete girerken elinde tuttuğu telsizden gelen seslerin araya karışması ile birlikte yürütülür. Bu arada Tina, “Roma ve Bonn hükümetleri, illegal grupların acımasızlığını onlara karşı silah olarak kullanma tercihini bilmeliydi”, der.

Aynı anda merdiven başında köpek havlamaları artar. Dieter Bakan’a takılır: Polis köpekleri, Bakan’ın hayvanları koruma derneği başkanı olduğunu öğrenince onun şerefine uluyorlar, der. Kapıyı açıp merdiven başına çıkan Tina nişanlısına, güvenlik güçlerine Klaus’un geleceğini haber verip vermediğini sorar. Hämmerling, arkasında ellerini teslim olmuş gibi yukarı kaldırarak gelen Klaus’un, kimlik ibraz etmediğini ve doktor unvanı olmadan arananlar listesinde yer aldığını, ancak kimsenin ondan ellerini yukarı kaldırmasını istemediğini açıklar. Heilmayer Klaus’la tokalaşır. Hämmerling’i göndermek ister, ancak koruma müdürü Rutenfranz’ın telsizini fark eder, damdaki tek adamı olduğunu bildiği halde bu ihmalkârlığını, polis tuvaletten çıkınca onu paylamakta bulur. Heilmayer, Rutenfranz’ın ceza yerine terfi almasını ister. Polis dama, koruma müdürü dışarı diğer dört kişi de odaya döner.

Tina Klaus’a kahve ikram eder. Klaus, kimlikler için artık farklı boyutta resim istedikleri için kimliğinin hazırlanamadığını anlatır. Dieter, hiçbir vatandaş kimliğini yanında taşımak zorunda değil düşüncesindedir. Klaus ise elindeki bond çantanın dahi arandığını, sabah Hämmerling ile tanışmış olmasaymış yukarı gelemezmiş, diye söylenir. Sonra çantanın aşağıda kaldığını anımsar, Tina kapıya çıkarak Hämmerling’den çantayı ister. O da telsizle talimat verir. Bu arada Klaus Bakan’a Afrikalı başbakanın ziyaretine rağmen kendisini aile toplantısında kabul ettiği için teşekkür etmeye kalkınca Heilmayer onu geçiştirmeye çalışır ama Tina, frakın, kendi şerefine giyilmediğini anladığını sitemkâr bir dille ifade eder. Dieter, Tina’nın buna inanmasına takılır, hepsi birlikte gülerler. Sonra Heilmayer bir taraftan sigara yakarken bir taraftan da tehditkâr bir tarzda Aldo Moro’nun cesedinin bulunması ile onun işten atılmasının kötü tesadüfüne vurgu yapar. Klaus şaşkın bir halde, “iki olay arasındaki mesafe, tanrı ile şapka ustası arasındaki fark kadardır”, der. Bakan, Tina ve Dieter’i kast ederek, “Senin görüşün bu iki anarşistin görüşünden ne kadar farklı”, deyince Dieter atağa geçer: “Bonn’un teslimiyeti anarşidir, çünkü bir vatandaşını canilerin eline bırakmıştır. Serbest bıraktığı teröristlerin yeni cinayetler işlemesini engelleyememiştir. Devlet kendisi inisiyatif ortaya koymamış; nasıl davranacağını, yedi tutuklunun belirlemesine izin vermiştir. Böylece güçsüzlüğünü ilan etmiştir ve haklarını, aslında elinde kıskıvrak tutması gereken güçlere devretmiştir. İşte Anarşi budur”, der. Heilmayer bıçak keskinliğinde, “Sizin düşüncelerinizi biliyoruz. Bilmek istediğim Dr. Schultz’un düşünceleridir”, diye karşılık verir. Klaus ise o süreçte yurt dışında olduğundan, Schleyer’in yaşadığı işkenceden haberi olmadığını söyler. Heilmayer, Dr. Klaus’u düşüncesini saklamakla itham edince o da Moro cinayetini yorumlar: Moro’nun dini inancından kaynaklı hareket ettiğine inandığını: komünist Enrico Berlinguer ile koalisyonun kaçınılmaz olduğunu öngören Moro’yu, büyük burjuvazi bilerek ve isteyerek Kızıl Tugayın elinde bıraktı, der. Heilmayer, Klaus’un bir açığını yakalamış gibi, “hangi cenahtan bu bilgileri” aldığını sorar. Tina ise kendine zor hâkim olmakta. Klaus, bir yıl Floransa’da hekim olarak çalıştığını belirtir. Bakan’ın, bunların “kanaat mı bilgi mi” olduğunu merak etmesi üzerine, bunların gayri resmi bilgiler olduğunu, “resmi bilgileri, ulusal sağlık temennilerinde bulunan Alman televizyon haberlerine bırakıyorum” der. Heilmayer; Klaus’un Moro ile ilgili ifadelerinin İtalyan devletini ilgilendirdiğini, ancak “bizim devlet” (Alman devleti) ile ilgili sözlerine, kızının arkadaşı bir hekim de olsa ona tahammül edemeyeceğini söyleyince Klaus, başhekimin ifadesine dayanarak hastanenin kendisine doktor olarak rahatlıkla tahammül ettiğini söyler. Bakan, “Peki hastane sana politik kişi olarak katlanıyor mu?”, yönünde yeni bir soru yöneltir. Klaus, politik kişi olarak değil, hekim olarak işten atıldığına, vurgu yapar. Esslingen mahkemesinde yargılandığında, mahkeme onun eylemlerini yasaklamış. Eğer devlet onun politik faaliyetlerini yasaklasa, bu yasağa da uyarmış. Tina, aradaki gerginliği yumuşatmak için mahkemenin, Klaus’un da katıldığı Bild-Gazetesine karşı yapılan boykotu yasakladığını anımsatır. Tina’nın babasının yorumu ilginçtir: “Gazete [bayilere dağıtılır ama] kimseye zorla satılmaz. Ama eylemciler gazetenin basın özgürlüğünü engelliyorlar.” Tina aksini iddia eder: İnsanlar o gazeteyi almak zorunda kalıyorlar, zira pek çok gazete diğer bölgelere kesinlikle ulaşmıyor, der. Adalet Bakan’ı Heilmayer, bunun sorumlusunun Sayın Springer olmadığını, solcuların okunabilir nitelikte bir gazete çıkarma yeteneğinden yoksun oluşuna bağlar. Ayrıca Alman devleti, Klaus’un özel hastanelerde çalışmasını da engellemiyormuş.

Klaus: Kaç tane özel hastane var.

Bakan: Benim karım şu an onlarda birinde kalıyor.

Klaus: Bunu ancak bir Bakan karısı karşılar.

Bakan: Demagoji yapıyorsunuz Sayın Doktor. Sağlık sigortası büyük bir bölümünü karşılıyor.

Tina: Bir işçinin karısı Bühlerhöhe’ye ancak temizlik işçisi olarak gider. Sen, Klaus’un özel bir hastanede çalışabileceğini söyledin, der ve ahizeyi alıp babasına uzatır. İşte burada telefon numarası. Ona bir iş ayarla. Senle annem bütün profesörleri tanıyorsunuz.

Heilmayer biraz kendini beğenmiş biraz ukala bir tarzda, “Randevu almalı, talimat mı vereyim? Belki de yarın ararım.”

Bu sözler üzerine Klaus’un ruh hali birden değişir. Klaus getirilen bond çantadan bir tomar kâğıt çıkarırken Heilmayer başına geleceklerden habersiz, kendisi - istemeyerek de olsa - yardım etmeden önce, en ince ayrıntısına kadar her şeyi bilmeliymiş, der. Tina, dosyayı hızlandırmasını değil, hasıraltı etmesini ister. Çünkü Klaus öğrencilik yıllarında yeterince sefalet çekmiş, artık para kazanmak istediğini aktarır. Heilmayer, “Ama devlete karşı bildiri hazırlayacak parası varmış”, der. Klaus, eğleniyormuş gibi bir tonda ama öfkeli ve tehditkâr bir tarzda karşılık verir: Burs alarak okuduğu bu devlete karşı minnettar olmakla birlikte devletin yozlaştığı alanlarda ona karşı mücadeleyi de görev bilirmiş. Tüm masrafları kendi cebinden karşılamış, herkes de bunu yapmazmış. O yıllarda yaptığı kişisel eylemlerin içgüdüsel olduğunu, halkın da o tür sokak gösterilerine sıcak bakmadığını da biliyormuş. Bu eylemleriyle BRD’nin eyalet ve federal meclislerde beslediği bin dokuz yüz servet avcısından (milletvekillerini kast eder) biri olma şansını kaçırdığını da ekler. Heilmayer; Klaus’un karşısındakine “servet avcısı” deyip sonra da servete kavuşmak için ondan nasıl yardım istermiş, diye sorar. Klaus, her milletvekilini servet avcısı olarak nitelemediğini, ayrıca ondan para dilenmediğini, söyleyerek kendini savunur. İşten atılmış biri açısından durumu betimlemeye çalıştığını, geçmiş siyasi eylemlerinin hekim olarak çalışmasına sekte vurmamasını istediğini, ekler. Heilmayer devletin, onu mesleğini yapmaktan alıkoymadığını, sadece devlet hastanelerinde çalışmasını istemediğini, ısrarla vurgular. Tina dayanamaz ve der ki: “Baba, kızın olarak istemeyerek de olsa belirtmek zorundayım ki sen gerçeği söylemiyorsun. Bu ülkede postacılar işlerinden atıldılar. Ve onlar işe yeni başvurmuyorlardı. Yılların deneyimli postacılarıydılar. Kaldı ki özel sektörde onlar için iş olanağı da yok.”

[…]                                                                Devamı Mart 2024 Güncel Yazılarda!

Nazire Akbulut

Nazire Akbulut

"Unrecht tun und Unrecht dulden
Me-ti sagte: Wichtiger, als zu betonen, wie unrichtg es ist, Unrecht zu tun, ist es zu betonen, wie unrichtig es ist, Unrecht zu dulden. Unrecht zu tun haben nur wenige die Gelegenheit, Unrecht zu dulden viele." Bertolt Brecht

“Haksızlık yapmanın ne kadar yanlış olduğunu vurgulamaktan daha önemlisi, haksızlığa göz yummanın ne kadar yanlış olduğunu vurgulamaktır. Sadece birkaç kişi haksızlık/ adaletsizlik yapma fırsatına sahipken, pek çok kişi haksızlığa tahammül etmektedir.” Bertolt Brecht

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Güncel Yazılar

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız