Mart 2025. Tarihsel Gerçekler ve Anılar

Prof. Dr. Nazire Akbulut

“Evladı Kerbelayız bihatayız, ayıptır günahtır zulümdür.”
Seyit Rıza (İ. Sabri Çağlayangil’den akt. Bedriye Poyraz 2013: 24)

Sosyal medyada, araştırmacı Hamide Rencüs’ün bir videosu karşıma çıktı. Suriye’de HTŞ birliklerinin Arap Alevi toplumuna karşı gerçekleştirdikleri katliamı ve işkenceyi duyuruyordu. Daha sonra Avrupa’da düzenlenen protesto gösterilerinde, imza kampanyalarında Alevilere karşı girişilen bu katliama “Dur!” demek ve duyarlılık oluşturmak üzere yükselen sesleri izledim.

Oysa Aleviliğin beşiği Anadolu toprakları olan yurdumda kimse ses çıkarmadı veya çıkarılan sesler sağır kulaklara ulaş(a)madı. Neden? Çünkü asıl katliamlar bu toplumda yaşandı: 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in başlattığı komşu kanı ile elini yıkama geleneği sürdürülmüş, 1938 Dersim Katliamı, 1978 Maraş Katliamı, 1979 Çorum Katliamı[1], 1993 Sivas Katliamı ve 1995 Gazi Mahallesi Katliamı ile bir katliam diğerini izlemiş.

İncelemek istediğim anı ve otobiyografilere denk gelmesi nedeniyle sadece 1938 Dersim Katliamı üzerinde duracağım.  Gecikmiş Nisan 2025 yazısında ise elinizdeki yazıdan hareketle farklı sorulara yanıt arayacağım.

1938 Dersim Katliamı

Üç Cumhuriyet kadınının anılarında Dersim kırımının anlatılıp anlatılmadığını büyüteç altına almadan önce bu kırım ile ilgili bir-iki tümce ifade etmek istiyorum.  İncelemeye açılan Meclis tutanaklarında aktarıldığına göre, Bakanlar Kurulu’nca 1935 yılında alınan “Tunceli Tenkil Harekâtı” (Cezalandırma ve Sürgün başlıklı) kararında hedeflenen amaçlara ulaşmak için 1937 yılında geniş alana yayılan askeri operasyonlar başlatılmıştır[2]. Her biri birer ay süren 4 Mayıs 1937’de birinci ve 6 Ağustos 1938’de icra edilen ikinci harekâtta toplamda nüfusun yaklaşık yarısı (dönemin nüfus sayımının sağlıklı yapılmadığını düşünerek rakam vermiyorum) öldürülmüş, 12 bin kişi de batı illerine sürgüne gönderilmiş. Sürgünden dönmek isteyenlere ancak dokuz yıl sonra izin verilmiş.

Katliama gerekçe olarak gösterilen neden, Dersim halkının ‘isyanı’ değildi. Dersimlilerin yaşama tutunma, kimlik ve inancını koruma direnciydi.

Anılardaki Suskunluk

Web sitemin Şubat 2025 yazısı olarak yayınladığım anı/otobiyografi üzerine konuşma metninde üç Cumhuriyet kadınını, kişilikleri, dünya görüşleri ve yeni kurulmuş Cumhuriyet’e bakışları ile tanıtmıştım. Peki, bu eserlerde 1938 Dersim Katliamına yönelik olumlu veya olumsuz herhangi bir paylaşım, dolaylı atıfta bulunma veya yorum var mı?

Tarihçilerden farklı olarak edebiyatçıların gerçeklerden kaçma, kurgu dünyasına sığınma özgürlükleri var. Fakat otobiyografi ya da anı gibi bireysel de olsa yaşanmışlığa dayalı eserlerde, edebi kurgunun toplumda olup bitenleri perdelememesi beklenir[3].

Türk edebiyatında ve tarih yazımında Cumhuriyet'in ilk yıllarını olumlu karşılayan sayısızca çalışma yapılmıştır. Eleştirel yazılar ise son kırk yıldan beridir açığa çıkıyor. Cumhuriyet’in kurumsal eğitiminden geçen İsmet Kür, Halide Nusret Zorlutuna ve Sevim Belli'nin rejime yönelik ortak olumlu yaklaşımları kadar farklı duygular da besledikleri üç otobiyografide, 1938 Dersim katliamına dair en küçük bir ifade yer almıyor. Oysa haber alma kaynaklarına pek çok insandan daha fazla yakınlardı.

Söz konusu yıllarda yazarlardan Sevim Belli’nin babası Doğu Anadolu’nun çeşitli illerinde emniyet müdürü olarak görev yapmış. Halide Nusret Zorlutuna’nın kendisi ise belli aralıklarla tayin olan subay eşi ile birlikte Doğu illerinde öğretmen olarak görevliymiş. Başkentteki siyasi çevrelerle temas halinde olan eğitimli İsmet Kür'ün de 1938'deki Dersim katliamından haberdar olduğunu varsayıyorum. Sonuçta, resmi söylemde, “medeniyet” götürüldüğü gerekçesiyle dönemin tüm gazetelerinde katliamın - tüm ayrıntılarıyla ve büyük puntolarla – övünç dolu haberleri yapılmış. Askeri harekatın başlaması ile öngörülen hedefler doğrultusunda önemli başarılara ulaşıldığı ve   “isyancıların cezalandırıldığı” muştulanmıştır!

Sadece basının verdiği bilgi ile sınırlı kalmayıp ordu ve bürokrasideki yakınları aracılığı ile olaydan haberdar olan, ülkesinin eleştirel beyinleri olması gereken yazarların anılarında, bu konudaki hafıza boşluklarının nedenleri ne olabilir?

Yanıtı, toplumsal bellek düşüncesini ilk geliştiren Fransız düşünür ve sosyolog Maurice Halbwachs veriyor: “Bellek bireye aittir ancak toplumsal olarak belirlenir (akt. Poyraz 2013: 14).” Toplumun belirlediği bireysel belleğin izini, anılarda sürelim.

  • Sevim Belli Boşuna mı Çiğnedik? (2006) adlı anılarında,
  • Cumhuriyet döneminde oluşturulan Atatürk kültü ile liderin aldığı kararların sorgusuzca doğru kabul edilmesinin sağlandığını anlıyoruz: “Bizde, o çağın gençliğinde, Atatürk kavramı antiemperyalizm anlayışıyla, bağımsızlık duygusuyla, ulusal gururla bir gibi olmuştu (Belli 2006: 105).”
  • Zorlutuna’nın anılarında da karşımıza çıkan “ulusal gurur” kavramından (2009: 126), “yüzyıllardır kendisini horlanmış hisseden Türkler”in (Belli 2006: 110) yeni kimlik kazanırken bir başka milletin/halkın kimlik mücadelesine tahammülünün olmadığını anlıyoruz.
  • Cumhuriyet yeni inşa edilmiş, tek parti hükümetinde Mustafa Kemal’in “Tek adam olarak fazla sivrilmesi, çevresini gölgelemesi” (Belli 2006: 104) ve “ülkemizde, burjuva batı anlamında dahi olsa bu demokrasi denilen nesne[nin] hiç yaşanmadı[ğı]” (Belli 2006: 106) vurgulanmasıyla dönemin yönetim anlayışı ortaya çıkıyor.

Yukarıda maddeler halinde sıraladığım nedenler dışında, eğer sosyalist düşünceyi özümsemiş Sevim Belli anılarında Alevilere yer vermemişse, büyük bir ihtimalle dünya görüşünün; topluma/insanlara inanç ve kimlik temelinde değil, bir an iyi niyetle sınıf temelli bakmasından kaynaklandığını  düşünebiliriz.[4] Dünya yüzünde ezilmiş tüm halklara yapılan haksızlıklar Belli’nin anılarında ifade bulurken Alevi Kürtlere yaşatılan katliamın es geçilmesi, genel anlamda dönemin sosyalist parti programlarında ve genel politikasında  resmi ideolojinin hâkimiyeti ile açıklanabilir.

- Radyoda kültür programı yapımcısı sosyal demokrat İsmet Kür, Yarısı Roman (2011) adlı otobiyografisinde dost çevresi ile anılarına da yer veriyor:

  • Kür, 1960’ların muhalif yazarları ile arkadaş, 1970 ve ‘80’lerin devrimcileri ile de gönül bağına sahip. Yaşamı boyunca Cumhuriyet değerlerine tartışmasız bağlı kalmış, duyduğu katliam haberlerini de sorgulamamış veya yok saymış.

Savunduğu sosyalist dünya görüşüne dahi - yaşamının son dönemlerinde - eleştirel yaklaşan Oya Baydar, Türk solu ile ilgili olarak “Bir bütün olarak Türk solunun Türk milliyetçiliği ile hesaplaşabildiğini düşünmüyorum (bkz. Özvarış 2012)”[5] değerlendirmesi, Sevim Belli ve İsmet Kür için de geçerli.

  • Ordu mensubu bir subayla evli olan öğretmen Halide Nusret Zorlutuna da Bir Devrin Romanı (2009) adlı anı-otobiyografisinde,
  • kardeşi İsmet Kür gibi ordunun görev aldığı Alevi Kürt katliamlarına dair hiçbir ifadeye yer vermiyor. Zorlutuna’nın; eşinin askeri bürokraside, kendisinin ise Cumhuriyetin bir eğitim neferi olması ve her şeyden önce milliyetçi dünya görüşü nedeniyle, kutsal sayılan devletin icraatlarını sorgulamadığını anlıyoruz. Ayrıca Halide Nusret Zorlutuna'nın “öteki” ile ilgili olumsuz kişisel deneyimleri olmuş. İstanbul'un işgali sırasında bazı gayrimüslim azınlık mensuplarının Türklere karşı davranışları nedeniyle azınlıklara karşı nefret duymaktadır (Zorlutuna 2009: 118; 139-141). Böyle bir anlayışa sahip bir kişinin, “medeniyet” götürüleceği iddia edilen Dersim'deki Alevi Kürtlere karşı farklı bir tutum içinde olması beklenemez.

Dersim bölgesindeki nüfusun en iyimser ifadeyle yarısının ölümüne yol açan bir olay için anı yazarlarının olumlu veya olumsuz ifadelerde bulunacaklarını varsaymak yanlış olmaz. Cumhuriyet dönemi yazarları, bu büyüklükteki bir katliama sessiz kalarak ve onu görmezden gelerek, etik değerlerin gereğini yerine getirmemiş ve yazarlığın topluma karşı sorumluluk duygusundan kaçmış mı oluyorlar? Aslında konjonktür  gereği, mağdurlar da tanıklar da suskunluğa gömülmüşler. Her üç otobiyografide/ anıda, toplumsal ve kültürel hafızanın; eğitim sistemi, basın/yayın ve güvenlik bürokrasisi tarafından şekillendirilmesinde siyasal yönetimin belirleyici rolü açıkça ortaya çıkmaktadır. İngiliz sosyal antropolog Paul Connerton, genel olarak hükümetlerin benzer refleksler sergilediğini ifade etmektedir: “İktidar sahip olduğu donanım ile toplumun her türlü enformasyona ulaşmasını kontrol ederken aynı zamanda kolektif belleği de oluşturmaktadır (akt. Poyraz 2013: 14).”

İnsanlık, yakın dönemde Srebrenitsa, İran, Filistin ve Suriye'de yaşanan katliam ve zulümlere karşı insan hakları çerçevesinde ses vermeye, yaşananların gerçek boyutunu ortaya çıkarmaya ve sorumluların uluslararası hukuka uygun şekilde cezalandırılması için sosyal medya üzerinde baskı kurarak sonuç almaya çalışıyor. Kaldı ki her devletin kendi ülkesinde yaşanan her bir katliamla yüzleşmesi ve özür dilemesi demokratik bir beklentidir. Bunun gerçekleşmesi ise, toplumun yaşanan ve yaşanmış her bir tarihsel/toplumsal haksızlığa karşı duyarlı davranması ve ısrarla sonuç alıcı takibi sürdürmesi ile mümkündür.

Hazal Özvarış: Peki, 1938'de Dersim'de gerçekten neler yaşandığını siz ne zaman öğrendiniz? [13.11.2012]
Oya Baydar: Son 8-10 yıl içinde oldu. Şunu biliriz; "Kürtler zulüm görmüş", "Dersim'de isyan bastıracağız derken halka zulüm edilmiştir, ölümler kalımlar vardır..." Ama, aslında ne olmuş? sorusunun cevabına ancak yürek ve vicdan gözüyle işin ıcığına cıcığına baktığın zaman ulaşabiliyorsun (vurgu NA).

Kaynakça

Bedriye Poyraz, “Bellek, Hakikat, Yüzleşme ve Alevi Katliamları”, Kültür ve İletişim,  Yıl 2013, Cilt: 16 (1) Sayı: 31, 9 - 40, 01.06.2013, https://dergipark.org.tr/tr/pub/kulturveiletisim/issue/64574/985253
Hazal Özvarış. “Söyleşi. Oya Baydar: Evde bulduğum Tunceli madalyası beni de, romanın akışını da etkiledi”, T24 Bağımsız İnternet Gazetesi, 13 Kasım 2012,  https://t24.com.tr/haber/oya-baydar-evde-buldugum-tunceli-madalyasi-beni-de-romanin-akisini-da-etkiledi,217220#google_vignette
Hamide Rencüs: Suriye'de Aleviler Katlediliyor, 28 Aralık 2024: https://www.youtube.com/watch?v=Jg3WUXb806o

 


[1] Çorum’da demokratik sol grupların antifaşist dayanışması sonucu, boyutları daha da büyüyecek katliama karşı örnek bir direniş gösterilmiştir.

[2] Yüksel Mutlu’nun Jin Dergisi’ndeki “Alevi Katliamları” başlıklı makalesi geniş bir tarihi çerçeve çiziyor (26.01.2025). Yaşananların, uluslararası hukuk tanımıyla soykırım olduğu, Birleşmiş Milletler’in 1948 yılında hukukçu Raphael Lemkin’in mücadelesi sonucu kabul ettirdiği jenosit kavramında açıklanıyor: “’Soykırım’ […] terimi ulusal, etnik, ırksal ya da dinî bir grubu tamamen ya da kısmen yok etmek amacıyla işlenen eylemleri ifade eder.”

[3] Anılar da insanın yıllar sonraki oto sansüründen geçiyor, ya da insan zihni utanılan anıları eğip büküyor.

[4] Sevim Belli gibi inançlı sosyalist Oya Baydar da, bu makalenin sonunda küçük bir alıntı ile yer verdiğim söyleşide, ‘Alevilerden’ değil ‘Kürtlerden’ bahsediyor.

[5] Oya Baydar’ın Türkiye solu için dile getirdiği görüş, genel olarak birçok ülkenin sol grupları için söylenebilir. Fransa’nın Cezayir’i işgali sırasında Fransız sosyalistlerinin tutumu da milliyetçi.

Nazire Akbulut

Prof. Dr. phil. Nazire Akbulut

"Haksızlık yapmak ile haksızlığa tahammül etmek... Asıl önemli olan, haksızlığı dile getirmek değil. Sorun,  haksızlığı görmezden gelmektir. Çünkü çok az kişi haksızlık yapma kudretine sahipken, oldukça çok kişi haksızlığa göz yummaktadır.
Bertolt Brecht
[Siz ‘hak’ yerine ‘adalet’; ‘haksızlık’ yerine ‘adaletsiz’ kavramlarını da düşünebilirsiniz, NA]

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Güncel Yazılar

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız