Eylül 2025. Bir Tatil İki Anı

“Oh!” dedim.

Sadece ben mi? Hayır! Her üçümüz de. Dört günden beri birbirimize belli etmesek de durumu nasıl açıklayacağımızı ‘bilemiyoruz’ desem yanlış olur; nasıl ‘gerekçelendireceğimiz’ konusunda sıkıntılıydık.

Bir yeğenimizin düğünü nedeniyle Mayıs ayında İstanbul’da buluştuğumuzda, kızımızın getirdiği bir öneriye hemen sıcak baktık: Eylül ayının ilk haftası Kiklad Adaları’ndan biri olan Syros’ta tatil. Önce neler yapmamız gerektiğini planladık. Atina’ya gidiş dönüş uçak bileti; gidişte, vapura sabah sorunsuz yetişebilmek için Pire limanına yakın bir oteli düşünmenin stresi azaltacağını konuştuk. Fakat dönüşte Atina merkezini gezebilmek, gerekirse havaalanına metro ile ulaşmak üzere de Atina’nın merkezinde bir otel tercihinde karar kıldık. Avrupa’daki seyahatlerinden airbnb deneyimi bulunan kızımız adada da dört beş gün kalabileceğimiz bir ev kiralamak üzere araştırmaya başladı. Adaya vapurla geçiş için biletleri daha sonra almak üzere not aldı. Sonra, planladığımız günlerin arkadaşının düğün tarihine denk geldiğini anımsadı. Bütün organizasyon bir hafta sonraya kaydırıldı.

Seyahati planladığımız tarihten sonra koca bir yaz geçti. Kızımızın sevgili arkadaşı evlendi, bir başka arkadaşı da nişanlandı. Biz de gönül rahatlığı ile önce hızlı trenle İstanbul seyahatimizi gerçekleştirdik. Bir gün sonra da Atina’ya uçtuk. Geçmiş yıllarda çıktığım seyahatlerde, Atatürk Havalimanı’ndaki lounge’larda, seyahat öncesi koşuşturma ve telaşın verdiği yorgunluğu atar, biraz soluklanırdım. Ne yazık ki bankaların sunduğu bu olanaklar çokça sınırlandı.

Az bir eşya ile yolculuğa çıksak da bagaj hakkımızdan yararlandık, iki küçük valizi teslim ettik. Her birimiz sırt çantalarımızla lounge yerine doğrudan uçuş kapısına gittik ve eşimin bonkörlüğü sayesinde, (havaalanındaki fahiş fiyatlarla) açlığımızı sandviçlerle yatıştırdık.

Uçuşumuz küçük türbülansa rağmen sorunsuz gerçekleşti. Daha önce Atina’da iki kez bulunan kızımızın deneyimlerine güvenerek havaalanından Pire semtine kadar metro ile yaklaşık bir saat yolculuk yaptık. İstanbul’dayken cep telefonlarına, bulunacağımız bölgelerin haritalarını indirdiğimiz için, metrodan inince beş dakika gibi kısa sürede otele ulaştık. Anahtarımızı alıp ikinci kattaki odaya çıktık. Kızımız, anahtarı çevirip kapıyı açtığı gibi hemen geri kapattı. Çünkü odanın kullanıldığını gösteren dağınıklık vardı. Asansörle hemen aşağı indik. Kızımız, dünya iletişim dilini kimseye kaptırmayan İngilizce ile Yunan komşumuza durumu paylaştı. Resepsiyondaki görevli, bunun olanaksız olduğunu söylerken kızımıza, bir de görevli kişi ile birlikte odaya bakmasını rica etti. Ancak durum değişmemişti. Danışmadaki diğer bir görevli bir taraftan özür dileyip bize birer kadeh beyaz şarap olacak küçük şişeleri verirken bir taraftan da yeni bir oda hazırlattığını söyledi. Sonra uzun uzun telefon görüşmesi yaptı. Bu uzun görüşmenin bizimle ilgili olduğunu, yeni hazırlanan odamıza çıkmadan öğrendik. Hizmetteki aksamayı bir jestte bulunarak telafi etmek istemiş: Otel yönetimi ile görüşüp kahvaltısız rezervasyonumuzu üç kişilik bed and breakfast’a çevirdiğini paylaştı. Temizlik görevlisinin ihmali bize hoş bir anı yaşattı. Valizlerimizi ve sırt çantalarımızı odaya bıraktık, şarap şişelerimizi alarak otelin terasına çıktık. Sevgili rehberimiz, Atina’da en çok balkonların ve özellikle de terasların yeşilliğini beğeniyor. Bu güzelliği bizimle de paylaşmak istedi. Terasa çıktığımızda limanın da bakış açımıza girdiğini gördük.

Kızımız için açılan portatif yatağın çok rahat olmadığını ama yorgunluktan sızdığını ertesi gün öğrenebildik. Fakat otelin leziz kahvaltısı her şeyi unutturdu.

Artık Syros feribotuna gitmeye hazırdık. Ama biraz tedirgindik. Çünkü benim araştırmacı Yârim hava durumuna bakmış, tatil boyunca bölgede rüzgârın 20 ile 50 km/h ile estiğini öğrenmiş. Bu bilgi de bizi yolculuk öncesi gerdi. İşi şakaya vurup, ‘evrene böyle bilgiler paylaşma’ desek de, ‘ben bilimsel çalışırım’ yanıtı ile gülüp geçti. Oysa her yıl adaları birkaç günlük böyle rüzgârlar ziyaret edermiş. Yaklaşık 750-800 kişilik yolcu ve arabalar için üç katlı park alanı olan büyük feribot iki saat süren yolculukta dalgalarla başa çıkmaya çalışırken, yolculardan birçoğu da mideleriyle cebelleşti. Vapur yolculuğunun ilk durağı olan Syros’un Hermoupolis yerleşkesinde indiğimizde, denizde yaşadığımız Poseidon heybeti çok da fark edilmiyordu.

Tarihte, Kiklat adalarının başkenti pozisyonunda olan Hermoupolis’ten ilk izlenimler edinmek üzere hem resim çektik hem de gideceğimiz yerlerden ilk durağımız olan kafeye yöneldik. Aslında gördüklerim hep Türkiye’nin Ege kıyılarında bir yerleri anımsattı. Kent, kıyıdan itibaren dağa doğru yerleşimi ile kademe kademe yükseliyor. Yunanistan’da çok hoş bir ikram var. Gittiğiniz her mekân size ilk olarak güzel sürahi, şişe veya farklı kaplarda, kişi sayısı kadar bardakla birlikte su ikram ediyor. Oturduğumuz kafede de siparişimiz alınmadan önce suyumuzu içtik ve kafedeki wifi sayesinde internete kavuştuk. Ortamın tadını biraz çıkardıktan sonra yine kızımızın zamanında online olarak kiraladığı arabayı almak üzere daha üst kottaki sokaktan valizlerle ilerlemeye çalıştık.

Kentin yolları çoğunlukla mermeri anımsatacak taş kalıpları ile döşenmiş. Fakat sokaklar dar, her bir evin girişi de mermer basamaklarla yükseltildiği için valizleri çeken eşim ve kızım biraz zorlandılar.

Sonunda Stefanos Rent a Car’da arabanın işlemlerini bitirdik. Kızımız arabanın dört bir tarafının fotoğraflarını çekti. Görevli kişi arabayı dolu depo ile teslim etmemiz gerektiğini anımsatarak anahtarı teslim etti. Valizleri bagaja yerleştirerek yol aldık.

Yollar dar ve virajlıydı ama düzgün asfaltlanmıştı. Adanın doğu yakasındaki yerleşim yerinden 10-12 dakikalık mesafedeki batı yakasında Kini kasabasına giderken yolda bir ses duydum. Karşı istikametten gelen ‘arabanın aynasına çarptık’, diye düşündüm. Ama dış aynaya baktığımda hiçbir sorunun olmadığını rahatlayarak fark ettim. Yanılmıştım. Kızımın dikkatli ve hız sınırını aşmayan şoförlüğü sayesinde, yabancı bir arabayla yabancı bir güzergâhta kalacağımız eve ulaştık. Evi kiralayan Hektor bizi çok dostane karşıladı. Kalacağımız evi gösterdi, denize girebileceğimiz koylar hakkında bilgi verdi ve bir de küçük bir alışveriş yapacağımız marketin yerini tarif etti. Eve eşyalarımızı bırakıp 3-4 km mesafedeki marketten ihtiyaçlarımızı karşılayıp döndük. Alışveriş torbalarını evin önünde indirdik; kızımız arabayı park etmek üzere gitti.

O gün Kini koyunda rüzgâr almayan kıyıda denize girdik. Ertesi gün, hem çevreyi görmek hem de farklı koylarda yüzmek üzere Delfini koyuna doğru arabaya bindik. Birkaç dakika sonra arabanın altında bir ses duyduk. Kızımız arabayı kenara çekti ve ne görsek iyi? Arabanın ön sağ çamurluğu içe çökmüş. Altındaki plastik yolda sürünüyor. Üçümüz de şoktayız. Ne zaman oldu? Anlayamadık. Tatilin başında böyle bir sıkıntı yüzünden moralimizi bozmak istemiyorduk. Yine de ilk aklıma yolda duyduğum gürültü geldi. Ama yolda, çamurluğu çökertecek ne kaya ne de bir yükselti vardı. Artık yapacak bir şey yoktu. İstenilen parayı, arabayı kiraladığımız işletmeye vermeye hazırdık, desem de akşam eve dönünce hafiye gibi, park yerinde arabanın mavi boyası var mı diye bakmadan edemedim. Hiçbir iz yoktu! Aklıma iki kez, kızımın çektiği fotoğraflara bakmasını önermek geldi. Ama hasarı onaylar düşüncesi ile mi başka bir nedenle mi, bilemiyorum! Nutkum tutuldu; söyleyemedim. “Kızımızın canı sağ olsun!” diyerek o gün rüzgâr alan Delfini’de değil de Galissas koyunda denizin keyfini çıkardım. Ben diyorum çünkü baba-kız on yaşlarında bir çocukla maç yaparken küçük sakatlıklar geçirdiler.

Dört gün boyunca – rüzgâra rağmen – evin, denizin, gün batımının, yemeklerin ve bir arada olmanın keyfini çıkardık. Ta ki son güne kadar. O gece eşim uyumadığı için ben de uyuyamadım. Sorun tamir parası değil. Bürokratik işlemler, gözümüzü korkutuyor. Kızımız bizim huzursuzluğumu anlamış olacak ki kahvaltıdan hemen sonra dönüş günü arabayı saat on ikide teslim etmesi gerekirken, on bir olmadan yola çıktık. Gittiğimiz mesafeler birbirine uzak olmadığı için benzin ibresi hiç kıpırdamamıştı. Yine de benzinliğe uğramak istedik, ancak kapalıydı. Artık araba kiralama bürosu ile yüz yüze gelmenin zamanı gelmişti. İşlemler uzun sürecek düşüncesi ile valizleri büroya taşıdık. Sonra arabanın yanına gittik. Kızımız, benzin alamadığımızın nedenini söyledi. Zaten görüş mesafesindeki benzinliğin kapalı olduğunu görevli de görebiliyordu. Bu arada hem işletmeci hem de çalışanı arabayı kontrol edip her şeyin “tamam” olduğunu ifade edince kızımız: “Hayır, bir sorun var. Her ne kadar bir yere çarpmadıysam ve biz herhangi bir çarpma duymadıksa da arabanın ön sağ tamponunda darbe var!”, dedi. Adamlar, “Yok, o bizde iken vardı” deyince şaşırıp kaldık. Arabayı aldığımızda hiç birimiz görmemiştik. O an kızımız çektiği fotoğraflara baktı ve söz konusu darbeyi ön tamponda fark etti.

Umarım ülkemizdeki esnaf da gelen turistlere bu dürüstlükte davranır, diye içimden geçirdikten sonra üçümüz de rahat bir nefes alarak “Oh!” dedik.

*     *      *      *     *      *    *        *

“Ohhh” dedik ama bu defa huzurlu bir nidayla.

Arabayı rahatlamış bir duygu ile teslim ettikten sonra tekrar, gelişte uğradığımız kafenin yolunu tuttuk. Biz kahvelerimizle ortamın tadını çıkarırken kızımız Hermoupolis’i gezip geldi. Sonra da eşim ve ben üst kademelerdeki sokakları keşfettik.

Geciken feribotu beklerken isim şehir hayvan oynadık. Eşim ve benim yanıtlarımızın benzerliği bizim kuşağın bilgi kategorisini ele veriyordu. Bir de bizim yazdığımız bazı ünlülerin ismi gülmemize neden oluyordu.

Geleceğimiz gün yaramaz deniz sakinleştiği için deniz yolculuğu rahat geçti. Karaya yaklaşan feribottan kıyıda ince bir şerit halinde uzayan yerleşim yerlerine bakınca bitki örtüsü bakımından hem adaların hem de karanın ne kadar fakir olduğunu düşündüm. Ama kara konusundaki yargımda yanılmışım.

Yine metro ile bu kez şehir merkezine ulaştık. Metrodan bir üst kata varınca doğrudan çıkışı göremeyip diğer hattın peronuyla karşılaşınca yaşadığım panik yüzüme yansıdı. Kızımın benim o anlık paniğimi görüp kahkaha atması görülmeye değerdi.

Otele yine cep telefonlarına indirdiğimiz harita ile vardık. Bu otelde resepsiyon görevlisi yoktu. Otel kapısının hangi şifre ile açıldığını, Poseidon adlı odaya hangi şifre ile girebileceğimizi ve wifi şifresi gibi her türlü bilgi kızımıza e-posta olarak gönderilmişti. Temiz, ferah ve yeni restore edilmiş odanın keyfini çıkarmayı sonraya bırakarak İstanbul’daki Asmalı Macit’in benzeri olan Ouzeri Lesbos restorana doğru yola çıktık. Eşim yorgunluktan yolu biraz gözünde büyütse de o salaş ortamda leziz yemeklerle mutlu oldu.

Otele dönmeden bir de The Clumsies adlı kokteyl barına uğradık. İstanbul’daki Ernest Bar’da Fatih Akerdem zamanında kızıma bu barın kaliteli kokteyller hazırladığını paylaşmış. Canım kızım da not almış. Leziz kokteyllerimizi – eşim kendi kadehini henüz baya bir doluyken döktü ama - tattıktan sonra yattığımız yeri tam beğendik.

Atina’daki son günümüzde büyük bir şehir turu attık. Dört dörtlük rehberimizin zevkleri arasında kırtasiye ürünleri olunca bir dükkana uğramadan o günkü planımızı uygulamaya koyulmadık. Sonra Atina’nın sembolü olan Akropolis’in de bulunduğu tarihi kent merkezine yöneldik. Akropolis’e çıkmaya sağlığım elvermediği için etrafından bir daire çizerek her açıdan gördük. Sonra yine kızımızın önceki Atina seyahatlerinden bildiği salaş bir restoranda ev yapımı yemekler yedik.

Atina’nın yeşili bol olduğunu güzel bir parkta gezip sonra içindeki kafede dinlenerek deneyimledim. Yeşile büründürülmüş balkon ve terasların olduğu kentte her sokakta karşımıza çıkan tarihi binalar yeni mekânlarla sarmalanmış. Müze gezisine vaktimiz olmadığı için üzerini çizdik, bunun yerine Ergon House’a gittik, gurme ürünlerin olduğu marketini gezdik. Burada, damak zevkine önem veren iki kardeş üst katlarda otel odalarıyla zemin katta da restoran ve şarküteri oluşturacak bir mimaride hizmet veriyorlar. Küçük şişelerde özel bazı sirkeler aldık. Otele dönmeden önce kızımıza yolluk aldık. Canım kızımız, uçuş puanları ile uçakta bize yemek siparişi vermiş de...

Günün yorgunluğu üstümüze çökünce düşünceli rehberimiz metro fikrinden vazgeçip taksi çağırdı. Artık uçağa binmeden oğlumuza ve gelinimize Yunanistan’dan küçük bir hediye dışında yapacak bir şey kalmamıştı.

Türkiye’ye uçuş ve şehir içi otobüs yolculuğundan sonra bir kez daha ama güzelliklerin yarattığı mutlulukla bir “ohhh!” daha çektik. Yeni deneyimler edindiğimiz bir seyahatten heyecanlı ve tatlı anılarla döndük…

Nazire Akbulut

Prof. Dr. phil. Nazire Akbulut

"Adil olmamak ile adaletsizliğe tahammül etmek... Asıl önemli olan, adil davranmamak değil. Asıl sorun, adaletsizliği görmezden gelmektir. Çünkü çok az kişi adil davranmama kudretine sahipken, oldukça çok kişi adaletsizliğe göz yummaktadır."
Bertolt Brecht

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Güncel Yazılar

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız