İki Boyutlu Yabancılaşma

İki Boyutlu Yabancılaşma[1]

Prof. Dr. Nazire Akbulut
Ç.Ü. Eğitim Fak. Öğr. Üyesi / Adana

Yazın ile gerek birincil (kısa öykü, roman, tiyatro, şiir vs.) gerekse ikincil edebiyatla (bilimsel yazı, deneme vs.) uğraşılsın, bunu gerçekleştiren kişi, gerçek yaşamda ve gerekse kurgusal/yazınsal boyutta ister istemez hem bireyi hem de toplumu sosyolojik ve psikolojik açılardan dikkate almaktadır. Böyle bir mesleki zorunluluktan geçildiği için olsa gerek, zaman zaman sıradan bir olayı ve gözlemi de daha farklı açıdan yorumlama durumu ortaya çıkmaktadır.

Anlatılmak istenileni somutlaştırmak gerekirse, bunu hem yetişen gençlik hem de yetişkinler dünyasından örneklerle göstermekte yarar vardır.

Bilindiği gibi büyük kentlerde artık pek çok öğrenci okula servislerle taşınmaktadır. İki yıldan beri, üniversiteye gitmek üzere hazırlandığım saatlerde, aynı okula gittikleri belli olan altı genci her sabah evimin penceresinde gözleme şansını yakalıyorum. İki erkek dört kız öğrenciden oluşan bu servis öğrencilerinden dördü aynı apartmandan çıkıp aynı noktada beklemektedirler. Saniyelik aralıklarla gelen bu altı ortaöğretim öğrencisi, birbirlerinden birer ikişer metre aralıkla durmaktadırlar. Servise bindikleri noktaya gelirken arlarında ne sözlü ne de hareket olarak en ufak bir selamlaşma söz konu olmadığı gibi, çoğu aynı yaş grubunda olan bu öğrenciler, minibüs büyüklüğündeki serviste otururken de aynı mesafeyi korumaktadırlar. Biri en arkadaki sol koltuğa, diğeri en öndeki sağ cam kenarına, bir başkası sol tarafta ortadaki koltuklardan cam tarafına, bir sonraki en arkadaki sağ koltuğa, beşincisi sağ ortadaki koridor koltuğuna, en sonuncusu da en öndeki koridor koltuğuna oturarak minibüs dışındaki mesafeyi iç mekanda da korumaya özen göster(mektey)diler. Öğrencilerin minibüs içinde gerçekleştirdikleri bu geometrik dizilime hayran kalmamak elde değildi.

Gözlemi yaptığım günün akşamı, bu konu aile içindeki konuşmalarda da dile geldi. Günümüz gençliğinin birbirlerine karşı koyduğu bu mesafeyi, yetişkinler meslek hayatlarında koruyamamakta veya özel hayatlarına dair konuları kamuoyunun karşısında açıklamakta hiçbir şekilde imtina etmememektedirler. İma edilen bu konuya daha sonra dönülecektir.

Aynı mahallede oturmak, aynı okulda okumak ve aynı yaşta olmak şöyle dursun, eve odun taşıyan veya ağaçları budayan bir yabancı kişi ile karşılaştığımızda ona “kolay gelsin“ diyerek iletişim ortamları yaratan ilişkilerden geliyoruz.

Bu nedenle, kendisi de aile çevresinden olduğu için sözü edilen öğrencilerden birine bu diyalogsuzluğun gerekçesi soruldu. Öğrencinin yanıtı belki hepsinin birbiriyle konuşmamalarının nedenini açıklamıyordu, fakat düşündürücüydü: Geçen yıl okul değiştirdiğini, şu andaki grupla birlikte aynı servise binmeye başladığı günlerde, kendisinden önce bekleme noktasına gelenlere birkaç sabah üst üste “günaydın” dediğini, ancak kimsenin kendisine karşılık vermediğini, artık kendisinin de selam vermekten vazgeçtiğini söyledi.

Birkaç ay önce yapılan bu gözlemi ve üzerinde konuşulan bu olayı anımsatan bir başka ‘olay’ daha oldu. Aynı gruptan biri kız diğeri erkek olmak üzere iki öğrenci, servis minibüsü iki dakika erken geldiği için, servisi kaçırdıklarından, toplu taşıtlarla gecikmeli olarak okula gittiler. Okulu bir gün olsun asmayan ve aynı apartmanda oturdukları halde, gelmeyen arkadaşları için, şoförü uyarmayan diğer öğrencilerin davranışını da anlamakta zorlanmaktayım. Çünkü günlük yaşamımızda dolmuş veya minibüsle şehre indiğimizde, içinde bulunduğumuz taşıta el kaldıran bir yolcuyu şoför görmediyse, diğer yolcular şoförü ikaz ederek yolcunun taşıta alınmasını sağlamaktadırlar. Hiç tanımadıkları bir insan için ortaya koyulan bu davranışa karşın, bir buçuk yıldır birlikte aynı servisi kullanan gençlerin ‘arkadaşlarını’ almadan giden servis şoförüne tepkisizliklerini nasıl değerlendirmeli?

Anlatılan veya rapor edilen bu bireysel olaylar, gözlemci tarafından kişisel yorumla aktarılmış olabilir. Ancak evlerinde son derece rahat, özgür ve kimi zaman sınırsız konuşan ve davranan bu gençlerin toplum içindeki sosyal fobilere varan çekingenliklerini görmezden gelerek hafifletip bireysel olay diye geçiştiremeyiz. Bu durumlarda ebeveynler kadar rehberlik öğretmenlerine de görev düşmektedir.

Buluğ çağda ortaya konan bu çekingenlik, bu ‘bireyin kendisini dış dünyaya kapatması’ diye nitelendirebileceğimiz izolasyonun nedenini, ‘yetişkin’ demeye dilimin varmadığı kişilerin televizyon programlarında tüm mahremiyetlerini ortaya koymalarına bir tepki olduğunu sanmıyorum. Çünkü o saatlerde okulda bulunmaktadırlar. İster ev kadınları olsun ister emekli olan büyüklerimiz, günlük işlerinin yanı sıra kimi zaman bulmaca doldurarak, kim zaman kitap okuyarak ancak genellikle ‘kamuya açık psikolojik danışma merkezleri’ gibi çalışan programları izlemektedirler. Duyduklarını, akşam saatlerinde hayretler içinde sohbet konusu yapmalarına dahi tahammülümüz yokken, zaman ayırıp böyle programları izlemelerine de anlam verememekteyim. ‘Sorunu dile getirerek çözüm ürettiklerini’ sanan program yapımcıları, 90’lı yıllarda başlayan değerler erozyonunun doruğa ulaşmasındaki sorumluluklarının farkında değiller. Çünkü ‘soruna’ çözüm getirilmemekte, programları da arenalardaki gladyatör dövüşüne dönüşmektedir. Programda biri, bir kişiyi öldürdüğünü veya ölümüne şahit olduğunu anlatırken seyirci zevkten dört köşe bu canice ifşaatı izlemektedir. Yapılan bu sözüm ona programlar aslında, birinin günlüğünü, mektubunu izinsiz okumak veya sevişen bir çifti röntgenlemek gibidir. Soruna gerçekten çözüm getirilmek isteniyorsa, hükümetler bu topraklarda yaşayan insanların işsizlik sorununu çözmeli, insanlık onuruna yakışan yaşam standardını sağlamalı, yazılı ve görsel basın organları da sahip oldukları gücü, ekonomik sorunların çözülmesine kanalize etmelidirler. Vatandaşların sağlık kuruluşlarından yararlanabilecekleri bir düzenleme getirilmeli ve böylece psikolog veya psikiyatri hizmetlerinden yararlanabilmelerine olanak sağlanmalıdır. Bunlar gerçekleştirilirken pek tabi ki bireylerin yaşamındaki (geniş anlamda) eğitimi sürekli kılmalı ve şiddeti meşrulaştırmamalı.

Sözlü kültür geleneğinin hakim olduğu bir toplum, toplumsal değişimin hızlı ve hazmedilemeden gerçekleşmesi sonucunda kendi kendine yabancılaşmaktadır. Bunun kanıtı da, bir taraftan en yakınındaki kişiye dahi kapalı kalırken diğer taraftan her türlü mahremiyetini arsızca tanımadığı binlerce kişinin karşısında anlatmaktır.


[1] Yayın olarak bkz.: öğretmen dünyası, Yıl 26, Mart 2005, Sayı 303, s. 5-6.

Nazire Akbulut

Prof. Dr. phil. Nazire Akbulut

"Adil olmamak ile adaletsizliğe tahammül etmek... Asıl önemli olan, adil davranmamak değil. Asıl sorun, adaletsizliği görmezden gelmektir. Çünkü çok az kişi adil davranmama kudretine sahipken, oldukça çok kişi adaletsizliğe göz yummaktadır."
Bertolt Brecht

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Gazete ve Dergi

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız