2023 Kasım. Otto Flake’nin “Yargıcın Cüreti” Adlı Öyküsünde Hukuk Anlayışı

Prof. Dr. Nazire Akbulut
Kasım 2023

OĞLUMA

Toplumsal ve Kişisel Bakış Açısından Hukuk

Akademisyenlerin Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) üniversitelerle ilişkilerinin kesilmesi; başta kamu yararını gözeten eleştirel gazeteciler, sivil toplum örgütlerinde çalışan aktivistler, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, muhalif düşünceye sahip gazeteci ve yazarlar, Cumartesi İnsanları’na Galatasaray Lisesi önünde destek verenler olmak üzere muhalif kişiler hapse atılırken; cinayet işleyen, uluslararası düzeyde uyuşturucu pazarlayan, kara para aklayan, kamuyu ve dolaysıyla halkı zarara uğratanların ya görmezden gelindiği ya da kısa sürede serbest bırakıldığı bir ‘adalet’ sistemini kabullenmekte ve hukukun tüm vatandaşlara eşit/adil uygulandığı bir devlette yaşadığımıza inanmakta oldukça zorlanıyoruz. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki sürtüşmenin mevcut sistemi yönetmekte olan partilerce yaratılması ve giderek bir çıkmaza sürüklenmesi de içinde bulunduğumuz duruma tuz biber ekmekte (bkz. Mert 2023).

Bunun ötesinde kişisel olarak algıda seçicilikle öncelikle ‘kadın’, son on yıldan beri de ‘hukuk’ kavramına ve imgelerine odaklandığımı fark ediyorum. Edebiyat eserlerinde, TV dizileri ve sinemada bu iki imgeye kim/kimler tarafından, nasıl ve niçin ve o şekilde yer verildiğini sorguluyorum. Elinizdeki bu yazıyı kaleme almamı motive eden de televizyon dizilerinde avukatlarla ilgili yaratılan olumsuz imgedir. Gerek hukuk bürolarında çalışan avukatlara gerek danışmanlık yapan şirket avukatlarına işverenlerin hitap şekli ve ikili ilişkileri, oldukça üstenci bir yaklaşımla yazılıp görselleştiriliyor. Reel toplumsal ilişkilerin kurgusu olan sanat eserleri, içinde yaşanılan toplumun insan ilişkilerinin tahakküme dayalı, empatiden yoksun, muhatap alınan bireyin ruhsal durumunu yok sayan bir anlayışın izlerini taşıyor. Bu nedenle aşağıda, hukukun işleyişinde insan unsurunu temel alan Almanca bir kısa öyküyü incelemeyi seçtim. Ancak daha önce dizilerle ilgili gözlemlerimi somutlaştırmak istiyorum.

Senaryosunu Selma Ergenekon’un yazdığı ve üçüncü sezonu yayınlanan – benim de, iyi yönleriyle gerçek hayatta örnek olur umuduyla ilgiyle izlediğim - Yargı adlı TV-dizisi, siyasi baskılardan uzak, ideal bir adalet işleyişini kurguluyor. Adliye ve emniyet odaklı bu çarkın dişlileri arasına cesetler düştükçe, cinayetleri işleyenler ve maktullerin acılı yakınları da hikâyeye giriyor. Adil bir hukuku işler kılan eksen karakterleri, yani protagonistleri güçlendirmek amacıyla yargıdaki çürük elmalar, yani antagonistler de unutulmamış. Dizinin senaryosunu incelemekten çok genel hatları ile hukuk aktörlerini, betimlenen özellikleri ile değerlendirerek, yani imge üzerinde yoğunlaşarak bu yazıda ele aldığım konuyla bağını netleştirmek istiyorum. Yargı dizisinde kamuyu temsil eden savcı; mesafeli, kuralcı, idealist, öngörülü, önsezili, analist vb. özellikler gösteriyor. Davalı veya davacı tarafın savunmasını üstlenen avukat ise müvekkilini haklı çıkarmak, davayı kazanmak, kendini kanıtlamak vb. için iddialı, duygusal, gözü kara ve hırslı özelliklerle resmedilmiş. Avukatlar arasındaki fark; birilerinin maddi çıkar için meslek etiğini yok saymaları, diğerlerinin ise meslek saygınlığı içinde başarılı olmaya çalışmalarında vurgulanıyor. Hukuk devletinde yaşadığını varsayan bizler, ancak bireyi önceleyen ve denetlenen bir adalet sisteminden emin olduğumuzda, bir de kuvvetler ayrılığına özen gösterildiğini düşündüğümüzde gece uykularımızda, gündüz uğraşılarımızda huzurlu olabiliriz.

Üniversite tercihlerini dörtle sınırlayıp dördüne de hukuk fakültelerini yazan ve hukuk fakültesinden mezun olan iki çocuğum var. Oğlum, lisans eğitimi sürecinde yanımızda yaşadığı için, sınavlarda müsvedde olarak kullandığı sınav kâğıdını, temize çekip sınav sorumlusuna verdikten sonra karalama kâğıdındaki yanıtını evde benimle paylaşırdı. Açık uçlu sorular soran bir edebiyat bilim insanı olduğum için yöneltilen soruya kendisinin verdiği yanıtları sorgulamamı beklerdi. Savunduğu görüş çoğunlukla öğretim üyesinin beklediği yanıttan çok kendi doğrusuydu ve hâlâ da öyle. Vize veya final sınavlarında, soruyu anlamak, vakayı hukuk açısından çok yönlü değerlendirmek, özgün yorumlamak ve kendini doğru ifade ederek yanıtlamak, bende hep hayranlık uyandırmıştır.

Bu hayranlık biraz da geçmiş anılardan besleniyor. 1960’lı yıllarda, erkeklerin dahi liseye gitme şansları kısıtlıyken, kurumsal eğitimden mahrum kalmış babamın Zonguldak’ta yaşayan amcakızları hukuk fakültesi mezunları olarak avukatlık yapıyorlardı. Geçen bu zaman diliminde de tanışma olanağı yakalayamadığım bu ‘halalarımla’ ebeveynlerim gibi hep gurur duydum.

Hukukçulara bu kadar değer vermemde; İmran Ökten, Uğur Alacakaptan, Turgut Kazan, Halit Çelenk, Prof. Dr. Bülent Tanör, Orhan Apaydın, Eren Keskin, Şenal Sarıhan, Prof. Dr. Aysel Çelikel, Hülya Gülbahar gibi mesleğinin hakkını veren hukukçuların da katkıları yadsınamaz. Kişisel adalet arayışımda olumsuz deneyimlerim oldu, ancak unutmamak gerekir ki inşaat sektöründe, eğitim, esnaflık, politika, emniyet, gazetecilik gibi her meslekte kişi, karakterini mesleğine yansıttığı gibi hukukçularda da meslek etiği kurallarına uygun davranış gösteren de var, göstermeyen de. Savunma, adalet ayağının bir ögesi ise, savcı ve yargıçlar diğer paydaşlarıdır. Yasaları uygularken ‘duygusal’ karar veren yargıçlar kadar ısrarla hukuk çerçevesinde kalanlar da var. Her mesleğin üyeleri, kendi içinde tutarlı bir muhakeme yapmalı diyerek edebiyat eserlerinden sadece bir kısa öyküyle bunu örneklemek istiyorum.

 

Otto Flake ve “Yargıcın Cüreti” Adlı Kısa Öyküde Hukuk

Otto Flake (1880-1963), 1952 yılında yayınlanan ”Yargıcın Cüreti”[1] (“Die Versuchung des Richters”) adlı Almanca kısa öykünün yazarıdır. Flake iki farklı yüzyılda dört devlet yönetim biçimi tanımış; iki dünya savaşını yakında izlemiş; Almanya-Fransa sınır bölgesi Alsas’da büyüdüğü için iki farklı kültürü özümsemiş; çok sayıda eser vermiş, roman, öykü, deneme yazarı ve gazetecidir. Yazarlık ve çevirmenlik kariyerinde inişli çıkışlı dönemler yaşamış, farklı dönemlerde çok satanlar listesinde pik yapıp sonra unutulmaya varacak boyutta yok sayılmış. Germanistik, felsefe ve kültür tarihi okumuş ancak lisans eğitimini bitirmemiş olan Flake, Avrupa’nın pek çok kültür kentini gezmiş, Paris ve Berlin’de yaşamış. Otto Flake Birinci Dünya Savaşı’nda Brüksel’de memurluk yapmış. Savaş sonrası Zürih’te Dada edebiyat akımı içinde yer almış. Aralık 1927’de o dönem ikamet ettiği İtalya’dan - kızının ifadesiyle antifaşist olduğu için - sınır dışı edilmiş. 1928’den itibaren yaşamının sonuna kadar Fransa ile Almanya sınırına yakın Baden-Baden kentinde yaşamını sürdürmüş. 1933 yılında 88 yazarla birlikte Hitler’e Bağlılık Metni imzalamış, Thomas Mann, Bertolt Brecht ve Alfred Döblin’in ağır eleştirilerine hedef olmuş. Attığı imzayı, yayıncısı Samuel Fischer’in ricası ve o dönem evli olduğu eşinin şeceresinde Yahudiliğin olması ile açıklamış. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Rusya, İngiltere ve Fransa’ya uzun yolculuklar gerçekleştirmiş.

Flake öyküsünü 1952’de kaleme aldığında, Nazi diktatörlüğünde karar mercilerinde yer alanların büyük çoğunluğu Nürnberg Mahkemeleri’nde, faşist yönetim kararlarını günlük yaşamda hayata geçiren yandaşları da şahitler aracılığı ile kendilerini temize çıkarma belgelerini – halkın karikatürize ettiği ifadeyle “Persil-Schein” – edinerek parlamenter sistemde tekrar başköşelerde çoktan yerlerini almışlardı. Flake bunu “Yargıcın Cüreti” adlı öykünün son tümcesinde çok açık bir şekilde ifade eder: “O kadar ceza kesildi, bir mekanizma işledi ancak hiçbir şey değişmedi.” Çünkü bu gözlem veya yargı tümcesi öyküde yama gibi kalıyor. Gerçek suçlular temize çıkarken diğer taraftan binlerce insan Rolf Hochhuth’un Juristen adlı tiyatro eserinde dile getirdiği gibi her dönem mağdur olarak kalmışlardır (bkz. Akbulut 2010). İntihar eden bir adalet memurunun oğlu olan Otto Flake, sivil hayatta adaletin işleyişinde yasalar kadar hukukçuların kişisel deneyim ve kanaatlerinin önemini, bir özetten çok daha ayrıntılı aktaracağım “Yargıcın Cüreti” adlı kısa öyküde işlemektedir:

Kapı zili çaldığında, kızı ve yardımcı kadın evde olmadığı için yaşlı hâkim kapıyı açmaya gider. Kapıda duran polis memuru, daha önce yargıcın evinde de çalışmış olan Adelheid H. adlı genç kadının, yeni işvereni tarafından hırsızlıkla suçlandığı için tutuklandığını bildirir. Memur, genç kadının eşyaları arasında kendisinin olduğunu ispatlayamadığı nesnelerin listesini sayar. Yargıç, listedeki birçok eşyanın kendi evinden alındığını bilmesine rağmen, kızı ile konuşup cevap vereceğini söyler. Çarşıdan dönen kızıyla bu konuyu paylaşmaz. Yargıcın kızı ise babasına, abiye kıyafet için düşündüğü ipek taftanın ne kadar pahalı olduğunu, kendinin aynı tür kumaşını işten ayrılan doğu sınırından[2] gelen genç kadının çaldığını dile getirir. Hatta babasından dolaylı bir şekilde kadının evini aratma izni çıkarmasını ister. Ancak babası bunu duymazdan gelir. Yargıç o an, doğu blokundan gelen kızın, çorba dilenmek için kapılarını ilk kez çalışını anımsar. Ardından kızı ile gezinti bahanesi ile evden çıkarak hem kızına istediği kumaştan alır hem de birlikte kafede çay keyfi yapar.

Yargıç akşam çalışma odasında, gençliğinde tuttuğu bir günlüğü açar ve 12 Kasım 1909 tarihli anısını okumaya başlar: Nişanlısı Elsbeth’in ailesi onu kahvaltıya davet etmiş. Kahvaltıdan sonra nişanlı çift birlikte yeni açılan alışveriş mağazasına gitmek istemiş. Genç çiftin gitmelerine izin verilmiş, bu arada da nişanlısının emniyet müdürü olan babası, açılan sohbet üzerine, bu yeni mağazalarda çok hırsızlık olduğunu ve bu nedenle çok sayıda güvenlik elemanının görevlendirildiğini anlatmış. Mağazada Elsbeth kasada ödeme yaparken genç adam raflardan birinin önünde durup iki Mark değerinde bir porselen bibloyu inceledikten sonra yerine koyar gibi yapıp paltosunun cebine atmış. Her an güvenlik görevlilerinin kendisini suçüstü yapacaklarını düşünürken Elsbeth yanına gelmiş ve birlikte mağazadan çıkarak belirli bir mesafe uzaklaşmışlar. Sonra çaldığı bibloyu cebinden çıkararak nişanlısına gösterince Elsbeth dehşet içinde, bunu ne amaçla yaptığını sormuş. Neden yaptığını bilmediğini ama yakalanmadığını söylemiş. Genç adam bibloyu, bulundukları caddedeki evlerden birinin bahçesine bırakıp dönerken nişanlısının toplu taşıtla uzaklaştığını görmüş. Hırsızlıktan beri içinde bulunduğu aynı kayıtsız ruh haliyle evine gidip derin bir uykuya dalmış. Ta ki ev sahibesi elden getirilen bir zarfı vermek üzere onu uyandırana kadar. Elsbeth, nişanlısının sınavlarını verdikten iki hafta sonra, nişanlarının üzerinden sekiz gün geçmişken, nişanlısını ve onun babasının mevkiini düşünmeden böyle bir eyleme girişmesinin mantıklı açıklamasını istemiş.

Yargıcın beş gün sonraki (17.11.1909) günlüğünde: Genç adam yavaş yavaş yaptığının farkına varmış. Önce nişanlısına bir cevap yazmış ancak onu yırtıp atmış. Sonra psikiyatrist olan komşusuyla durumunu konuşmaya karar vermiş. Ondan da vazgeçmiş. En son valizini toplayıp dağa gitmiş. Orada yaptığı yürüyüşlerde, düşüncesizce gerçekleştirdiği eylemin yaşamında nelere mal olacağının bilincine varmış, nişanlısından da daha fazla telaşlanmış. Sonra nişanlısı ile Tiergarten’de buluşup ona da mantıklı gelen tek bir gerekçe söylemiş: ‘Mağaza detektiflerinin tüm müşterileri gözlediği’ ifadesi onu yoldan çıkarmış. Bu eylemi ile güvenliğin de her şeyi görmediğini kanıtlama iddiasını kendince ortaya koymuş. Ancak içgüdülerine dayanarak hareket etmek yerine o anın fevriliği ile eylemde bulunmanın neredeyse hayatına mal olacağını, günlüğe not etmiş.

Nişanlısına ve kendine yaptığı bu açıklama, o an tatmin edici görünse de kendisi bununla yetinmeyip insan psikolojisi üzerine yapılan yeni araştırmaları öğrenmeye yönelir. Sonraki yıllarda kazandığı ‘hukuk filozofu’ ününü bu olaya borçlu olduğunu düşünür. Kütüphanede dizili kitapları gözüne ilişir. Kendi iç dünyasını dikkate almadan bu kitapları da yazamazdı, şartlı tahliye yasasının son şeklini almasında da belirleyici rol oynayamazdı, diye düşünür. Bu olayın, eşini de olumlu etkilediğini anımsar. Elsbeth, eşinin yazdığı hukuk yorumlarına katkı sunduğu gibi suça meyilli gençlere yardım eli uzatmak üzere kurduğu kadın derneğinde de etkin olarak çalışır.

Yargıç ertesi sabah Adelheid H.’nın ev sahibesine gider ve kadının, uygunsuz varsayımlarda bulunma riskini göze alarak, evsiz genç kadın hakkındaki şikâyetini geri çekmeye hazır olması halinde zararını karşılayacağını söyler. Genç kadını da tahliye edildikten sonra evine davet eder ve ikinci bir şans verir.

Öykü şu tümce ile biter: “O kadar ceza kesildi, bir mekanizma işledi ancak hiçbir şey değişmedi.”

 

Kısa Öyküde Hukuksal Durumlar ve Yorumları

Öyküde hukuksal durumları yansıtan bölümleri hermeneutik açıdan, başka ifade ile edebi metni yorumlayarak kendi bilgi süzgecimden geçirip çıkarımda bulunmak üzere kısaca mercek altına aldım:

Adelheid H. adlı fakir göçmen kadının çalıştığı evde hırsızlık ile suçlanıp suç delilleri ile yakalanıp tutuklanması, bir gerçeği ortaya çıkarır: Bu, çalışan kadının ilk vakası değildir. Ev içi işgücü olarak hizmet veren genç kadın, yargıcın evinden de birçok şeyin yanı sıra değerli kumaş, armalı gümüş yemek kaşıkları ile altın kaplı çay süzgecini izinsiz almıştır. Yoksul ve varsıl ayrımında yoksul, kendine emanet edilen bir evin mahremiyetine el uzatmış, mahrum kaldıklarını alma hakkını kendinde bulmuş ve bunu bilinçli yapmıştır. Kadın yakalanmasaydı sorun olmayacaktı. Ancak yakalanır. Özel mülkün korunması doğrultusunda yapılan yasalar varsılı koruduğundan, yoksulun ‘cüreti’ her sistemde, özellikle de mülk sahibini güvence altına almış kapitalist sistemde ağır cezalandırılır. Hukuk ve toplum için o bir suçludur. Gazetecilikten gelen bir alışkanlıkla Flake, hırsızın soyadını H. olarak kısaltarak, kurgu da olsa, suçlu da olsa sanığın kişilik haklarını korumak, deşifre etmemek gerektiğini ima eder. Yoksul birinin toplumsal saygınlığı önemsenmediği için, hapis cezası da onu en çok özgürlüğünden mahrum eder gibi görünür. Öyküdeki eksen karakter Yargıç açısından durumu değerlendirirsek, bu olayda o da mağdur konumundadır. Ancak durumuna acıyarak evine aldığı genç insanın kendisinden habersiz evden eşyalar almasını, “İnsani zayıflıklar da doğal bir haktır”[3] düsturunu benimsemiş gibi karar verir. Oysa Otto Flake makalelerinde, suçluluk sorunu ve ahlak üzerine yorumlarında karamsardır, pek affedici değildir (bkz. Otto-Flake-Archiv). Yargıcın, kısa öyküde adı ile tanıtılan iki kadından biri olan Adelheid H. ile ilişkisi acıma, koruma ve yeni bir fırsat tanıma, yani hem ‘avukat’ hem ‘yargıç’ pozisyonundadır. Yukarıda “Yargı” dizisinde savcı imgesi ile ilgili düşüncelerimi ifade ederken ‘kamuyu temsil eden savcı; mesafeli, kuralcı, idealist, öngörülü, önsezili, analist vb. özellikler gösteriyor’ dedim. Flake de “Yargıcın Cüreti” adlı kısa öyküde yargıcı benzer özellikler ile betimlemekte. Selma Ergenekon ve Otto Flake’nin eserleri arasında yetmiş yıl fark olsa da her ikisi de, devleti temsil eden kurumlarda görev yapan eğitimli orta sınıfa güven duymakta. Flake’nin, bu düşünceyi desteklercesine yayınlanmamış tarihsiz bir - 1945 sonrası daktilo ettiği belli - yazısından yola çıkarak şöyle bir denklem de kurabiliriz: Yargıç eşittir devlet, Adelheid H. eşittir birey: “Onu [devleti] doğru tarttığımızda faydalı bir kurumdur: bu nedenle fayda fikri küçümsenmemelidir. Bireyin yararı, yaklaşık olarak herkesin mutluluğu anlamına gelir. Devlet kavramını kahramanlıktan arındırmaya ihtiyaç vardır (Flake, Pessimismus und Staat, Tarihsiz: 5, Almancadan çev. NA).” Sigrid Münch’e göre Otto Flake, “Nasyonal Sosyalizme ve aslında tüm savaş sonrası döneme eğitimli orta sınıf idealiyle karşı çıktı (Münch 2016, bkz. leo bw, 2023).” Kısa öyküdeki yargıç da “eğitimli orta sınıf” imajına uyuyor, ancak unutmamak gerekir ki Hitler faşizmi ve tüm otoriter sistemler, büyük kitlesel desteği - sınıfsal geçişkenliği yüksek olan - orta sınıftan görürler.

Hukuk ile ilgili ikinci pasaj, yargıcın kızının babasından “arama emri çıkarması” ile ilgili ricası. Genç kadın haklı da olsa aslında varsayımlar üzerinden hareketle işten çıkarılan doğulu göçmen kızı suçluyor. Yargıya ve güvenlik kuvvetlerine tanınan bu yetkiden genç kadın, babasının mevki ve gücü aracılığı ile kendi için de yararlanmayı amaçlıyor. Adaletin kurumsallaşmadığı, kurumsal denetimin eksik olduğu toplumlarda erk sahibi kişiler ve aile çevresi o gücü kullanmaktan imtina etmez, bir ayrıcalık olarak görür ve ondan yararlanmayı doğal algılar.

Bir üçüncü hukuki durum, adını bilmediğimiz, öyküde mesleği ile tanıtılan eksen karakter olan Yargıç’ın kişisel vakası. “Yargıcın Cüreti” adlı kısa öykünün geniş özetinde aktarıldığı gibi, hukuk mezunu genç adam, kendi becerisini mağazanın özel güvenlik elemanlarının becerisi ile tartma hırsına yenik düşüp ücretini ödemeden bir porselen bibloyu ‘yürütür’. Öykünün başlığı, okuru bu ‘cüretkârlığa’ veya ‘işlenen bu suça; bir cazibeye kapılma’ durumuna hazırlar. Tıpkı Adelheid H. gibi o da bilinçli bir şekilde hırsızlık yapar. Bir farkla: Biri gereksinimden diğeri egosundan ötürü. Yargıcın olayında, bilgi veya suç ortaklığı iki kişi ile sınırlı kaldığı için genç hukukçu toplumsal ve hukuksal açıdan cezalandırılmaz ancak yaşadıklarından kendince ders çıkarır. Yaşadığı istem dışı olayı değerlendirmek için dağa gitmesi, durumu kuş bakışı değerlendirmenin sembolik ifadesidir. Bu mesafeli ve duruma hâkim bakışı yaşamının temel unsuruna dönüştürmüş. Oysa yakalansaydı kaybedeceği çok şeyi olacaktı. Mesela hukukçu olarak çalışmasını sağlayan ‘ruhsatı’ verilmezdi, hapse atılıp özgürlüğünden mahrum bırakılırdı, evlenmek üzere olduğu sevdiği kadından ayrılmak zorunda bırakılırdı ve en çok da toplumsal saygınlığı kalmazdı. Bu açıdan baktığımızda hukuk mezunu genç yakalansaydı, klasik tiyatroda trajedinin konusu olan mevki ve gelecek sahibi birinin sosyal çöküşünü andırırdı.

 

Edebiyat Bilimi Açısından “Yargıcın Cüreti”

Otto Flake’nin “Yargıcın Cüreti” adlı öyküsünde anlatım, üçüncü şahıs tarafından zaman zaman dışarıdan bir gözlemci mesafesinde, zaman zaman da yargıçla özdeşleşip birinci şahıs bakış açısını alarak gerçekleşmektedir. Yazar böylece okuru Yargıç’a yakın kılıp onunla empati kurmaya, onun kararlarını onaylamaya yöneltmektedir. Yargıç, hırsızlık olayını geçmişte yaşamış, ancak yıllar sonra başkasının işlediği aynı eylem anılarını depreştirince, çağrışım yani geriye dönüş tekniği ile Yargıç’ın sırrına okur da vakıf olur. Okur aynı zamanda Yargıç’ın kalkıştığı gençlik hatasından, akademik ve insan ilişkilerinde ne kadar olumlu dersler çıkardığını da öğrenir. İki hırsızlık olayında temel fark, faillerin eylemi gerçekleştirdiklerinde sahip oldukları düşünsel düzeyleri, kişisel yaşam deneyimleri ve bu içsel değerleri ile yaşadıkları olayı değerlendirme, bunu geleceğe yansıtma biçimleridir. Bir tas çorba dilenen Adelheid H.’nın, Yargıç’ın evinde neler yaşayıp neler düşündüğünü bilmesek de, birinci cürmünde yakalanmadığı için ikinci kez eylemini tekrarlar. Olgun yaştaki yargıcın genç bir insana elini uzatması, belli ölçüde karısı Elsbeth’in bıraktığı mirasa da sahip çıkmasının işaretidir. Öyküdeki eksen karakter olan bu hâkim, hem mağdur, hem fail, hem avukat, hem de yargıçtır. Okuduğum ve araştırdığım kadarıyla ilk yargıçlar erkekler (Tanrı, Adem, kral vb.) ilk avukatlar da kadınlardır (anne, sevgili, kız evlat). Avukat Haşim Mısır, Gaziantep barosu için hazırladığı bir yayında, “Yunan mitolojisinde savunma görevini üstlenenler, Zeus’un kızları olan Litailer’di (Mısır 2012: 8)”, der. Görünen o ki, adaletin ve savunmanın cinsiyetinin olmadığını “Yargıcın Cüreti” adlı öyküde adını bilmediğimiz Yargıç, Justitia[4] ve Litailer’in rolünü üstlenerek somutlaştırmakta.

“Yargıcın Cüreti” bir kısa öyküdür ve Almanya’da, Savaş Sonrası Edebiyat akımının en yaygın edebi türüdür. Adından da anlaşılacağı gibi kısa öykü, en fazla 2-3 sayfayı geçmeyen, çok az sayıda kişi etrafından gelişen tek bir olayı, sade bir dil ile işleyen bir düzyazı eseridir. Kısa öykünün ilk tümcesi okuru anlatının içine ışınlar; sonu da genel de okurun yorumuna bırakılır. Bu nedenle, “açık başlangıç ve açık son”dan bahsedilir. Çağdaş Alman yazar Flake, öykünün ilk tümcesi ile görselliği yoğun teatral bir giriş tasarlamış: Kapının zili çalar, olgun yaşta bir adam kapıya yönelir. Flake, “Yargıcın Cüreti” adlı kısa öykünün sonunda, tekrar işe alınan doğulu kızın kalıcı olup olmadığını muğlak bırakır. Yargıç’ın Adelheid H.’ya bir şans daha vermesinde, insan ilişkilerinde duyarlılığın varlığına işaret eder. Nedense yazar bu açık son ile yetinmez, öyküden kopuk, genel bir yorum yapar: Öyküde herhangi bir yargılama aşaması yaşanmadığı halde, yargı sisteminin kurumsal işleyişinde büyük mesafe kat edilmediğini iddia eder. Flake’nin nesir anlatısının giriş ve (asıl) sonuç bölümlerinin ortak yönü, birilerinin eve gelmesidir: Kapıya gelen polisle başlayan adli vaka, yardımcı kadının işe ve eve alınması ile hümanist bir çözüme kavuşur.

Kısa öykü yazarları, sade bir dil ile olaya yoğunlaştıkları için ayrıntıdan kaçınır, bu da öykünün kapsamına hizmet eder ancak okuru, bütünden hareketle bazı çıkarımlarda bulunmaya zorlar. Örneğin bir buçuk sayfalık “Yargıcın Cüreti” adlı öyküde, kişilerin yaşları, dış görüntüleri, kıyafetleri, evin dekoru gibi bilgiler yer almaz. Öykünün ağırlık merkezine kişilerin duyguları oturtulmuştur. Edebi metinde geçen sıfatlar hem kişiler hakkında hem de duyguları hakkında okura fikir vermekte, öyküdeki o ağır ve hüzünlü havayı hissettirmekte, resmin bütününü oluşturmada da katkı sunmakta. Ancak öyküde, söylenenler kadar söylenmeyenler de bilgilendiricidir. Yargıcın, 60-65 yaşlarında olduğu; iki genç kadının yaşlarının birbirine yakın olduğu; emniyet müdürünün kızı ve gümüş kaşıklara sahip Elsbeth’in varlıklı olduğu; baba ve kızın dertleşmesi, birlikte alışveriş yapmaları, yargıcın eşi Elsbeth’in hayatta olmadığı; yürüyerek çarşıya gittiklerine göre evlerinin şehrin merkezinde olduğu gibi çıkarımlarda bulunabiliriz. Yanıtı bulunmayan soru ise Adelheid H.’nın yargıcın evindeki işinden neden ayrıldığıdır. Neden sadece hırsızlıkla itham edilen Adelheid H. ve yargıcın eşi Elsbeth’in adları ile verildiği üzerinde ise varsayımlarda bulunup bu varsayımları eserle ve dönemin özellikleri ile destekleyebiliriz. Adelheid H.’ın soyadının kısaltılması Flake’nin, kadının soyadından çok önadının anlamı üzerinde durma amacına işaret edebilir. “Doğu sınırından gelen” Adelheid betimlemesi ile o dönem Polonyalı çalışanları kastetmeyip doğu blokunda kalan Almanlara işaret etmek için olabilir. Elsbeth ismi ise, varlıklı Alman ailelerde İngiliz kültürüne özentiye işaret edebileceği gibi, öykünün içeriğinden hareketle İbraniceden gelen “Elisheba”/ Elisabeth isminin “Gott ist mein Eid” “Tanrı benim yeminimdir” anlamına da gönderme yapılmış olabilir.

İkinci Alman İmparatorluğu’nun (İkinci Reich’ın) parlamenter monarşi döneminde doğan Otto Flake, adli memur olan babasının mesleği ile özel yaşamında hukuk olgusuna aşina, 1920’lerde parlamenter demokrasiyi deneyimler, yetişkin yaşlarında da Nazi diktatörlüğü ile tanışmak zorunda kalır. Çağdaş Alman yazar Flake devleti ve bireyi, birbirinden çok farklı sistemler içinde gözlemlediği için kendi adalet anlayışını öyküye aktarır. Flake, Gustave Flaubert’in Madam Bovery adlı romanının Almanca çevirmeni olarak esere yönelik yazdığı bir yorumda, “idealizm güzelleştirir, realizm açığa çıkarır” diyor (Flake 1948). Flake bu kısa öyküde iki edebi akımı harmanlamış.

İster devlet-birey ilişkisinde olsun, ister doğrudan insanı temel alan hukuk, eğitim, tıp gibi mesleklerde olsun insan psikolojisini bilmenin ve meslekte etkili biçimde uygulamanın - öyküde öne çıkarıldığı gibi - muhatabına olduğu kadar devlete/bireye de çok yararı olduğu bir kez daha somutlaşıyor.

 

Kaynaklar

Otto Flake. “Die Versuchung des Richters”. Lesebuch. Deutsche Literatur zwischen 1945 und 1959. Hrsg. v. Klaus Wagenbach. Berlin: Verlag Klaus Wagenbach, 1980: 105-108.

Otto-Flake-Archiv. Baden-Baden: https://www.baden-baden.de/stadtbibliothek/musse-literaturmuseum/archive/otto-flake-archiv/

Otto Flake. “Der Geist vor Gericht”. Otto-Flake-Archiv. Baden-Baden: https://www.baden-baden.de/mam/files/stadtbibliothek/flakearchiv/1-30manuskripte/18.pdf, 1948: 1-3.

Otto Flake. “Pessimismus und Staat”. Otto-Flake-Archiv. Baden-Baden: https://www.baden-baden.de/mam/files/stadtbibliothek/flakearchiv/1-30manuskripte/3.pdf: 1945 sonrası (?).

Sigrid Münch. Otto Flake. Baden-Württembergische Biographien 6 (2016), 113-117. Bkz. leo bw – Landeskunde entdecken online. https://www.leo-bw.de/web/guest/detail/-/Detail/details/PERSON/kgl_biographien/118533665/biografie

Avukat M. Haşim Mısır. MİTOLOJİDEN GÜNÜMÜZE SAVUNMA. Gaziantep, 2012; http://web.e-baro.web.tr/uploads/27/2017%20HABER/D%C4%B0S%C4%B0PL%C4%B0N%20K%C4%B0TABI/Mitoloji_Adalet_2.pdf

Yargı. TV Dizisi (2021-2023). https://www.kanald.com.tr/yargi.

Nuray Mert. “Yargı krizi değil, siyasi kriz”. Medyascope. https://medyascope.tv/2023/11/13/nuray-mert-yazdi-yargi-krizi-degil-siyasi-kriz/. 13.11.2023

Nazire Akbulut. Soziale und politische Wirkung von Tod in Rolf Hochhuths ‘Juristen’“. XI. Türkischer Internationaler Germanistik Kongress: Globalisierte Germanistik: Sprache-Literatur-Kultur. Tagungsbeiträge, İzmir: Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları, 2010: 71-89.

Klaas Ockenga. Vecize için: https://www.zitate.de/autor/ockenga%2C+klaas.

Klaas Ockenga. Hakkında: APHORISMEN. https://www.aphorismen.de/suche?f_autor=6364_Klaas+Ockenga&f_thema=Gef%C3%BChl

 


[1] “Die Versuchung”, öncelikle ‘baştan çıkma veya baştan çıkarılma’ anlamına gelir ki, öyküde ‘karşı cinsin yoğun ilgisini kazanmaya’ yönelik bir durum yok. Farklı bağlamlarda ‘günah’ anlamını da içermekte, ancak öyküde dini yorumdan çok hukukla ilgili boyut öne çıkıyor.

[2] Bildiğimiz gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası savaşı kazanan müttefik devletler Almanya’yı dört egemenlik sahasına böldüler: Başkent Berlin’in de içinde kalan doğu bölgesi Sovyetler Birliğinin egemenliğine; Almanya’nın güneyi Amerika’nın; batı bölgesi Fransa’nın ve kuzey bölgesi de İngiltere’nin egemenliğine verildi. Öykünün geçtiği yer Berlin’dir. Tiergarten semti ve ilk büyük alışveriş mağazasının açıldığı kenttir. Flake 1952 yılında öyküyü yayınladığında Berlin Duvarı daha inşa edilmemişti, ancak Sovyetler Birliği’nin egemenlik bölgesinde kalan Almanların batı bölgelere geçişleri ve ruh halleri “Doğu sınırındaki kız” ile dile getirilmekte.

[3] “Sıra dışı ama pragmatik düşünen bir emekli” olarak tanımlanan 1938 doğumlu Klaas Ockenga’nın bir vecizesi.

[4] Antik Roma mitolojisinde adaleti temsil eden Justitia, Antik Yunan mitolojisindeki geleneksel, ilahi düzen aracılığıyla var olan adaleti temsil eden Themis ile Themis ile Zeus’un kızı ve daha çok cezalandırıcı, intikam alıcı bir adaletti temsil eden Dike’yi tam karşılamıyor.

 

Nazire Akbulut

Nazire Akbulut

"Unrecht tun und Unrecht dulden
Me-ti sagte: Wichtiger, als zu betonen, wie unrichtg es ist, Unrecht zu tun, ist es zu betonen, wie unrichtig es ist, Unrecht zu dulden. Unrecht zu tun haben nur wenige die Gelegenheit, Unrecht zu dulden viele." Bertolt Brecht

“Haksızlık yapmanın ne kadar yanlış olduğunu vurgulamaktan daha önemlisi, haksızlığa göz yummanın ne kadar yanlış olduğunu vurgulamaktır. Sadece birkaç kişi haksızlık/ adaletsizlik yapma fırsatına sahipken, pek çok kişi haksızlığa tahammül etmektedir.” Bertolt Brecht

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Güncel Yazılar

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız