Ağustos 2024. Söylemlerde Yaşatılan Kadınların Tarihi - Kıymet Erzincan Kına’dan "Atlı Gelip Yaya Kalanlar"

Prof. Dr. Nazire Akbulut

Kadın 40 günde, erkek 40 yılda erer.”
“Erkeğin okumuşu kadı, kadının okumuşu cadı olur.”
(Erzincan Kına 2022: 331)

Hangimiz içinde yaşadığımız toplumun tüm halk söylemlerine hâkimiz ki? Yine de hem iç hem de dış göç deneyiminden geçmiş bir ailenin bireyi olarak fark etmeden, ailemin yetiştiği bölge söylemlerinin kulağımda yer ettiğini görüyorum. Bunu, Kıymet Erzincan Kına’nın 2022 yılında Temkeş yayınlarında çıkan Atlı Gelip Yaya Kalanlar adlı kitabını okuyunca anladım. Bu kitapla beraber, Doğu Anadolu söylencelerinin arkasında geniş bir coğrafyanın izini yakaladım.

Lisansını Amerikan Edebiyatı ve Dili alanında tamamlamış olan Erzincan Kına, en az beş yıllık bir araştırma sürecinden sonra yazıya döktüğü kadına ait sözlü tarihte, insanlık tarihinin ilk kadın kutsallarını görünür kılıyor. Araştırmacı bu çalışmasında, yazılı tarihin yarattığı olumsuz kadın imgesini Türk ve Türki toplumlarda – biraz da Kürt kültüründe - yaşatılan söylemlerle onarıyor: “Ama kadınların tarihi de zaten çoğunlukla mitlerde, hikâyelerde, şiirlerde, ritüellerde ve dilde saklı değil mi zaten? (Erzincan-Kına 2022: 158)”, diyor Erzincan Kına. Yazar, belki de amaçlamadan, sadece o söylenceleri kültür öğesine dönüştüren kadın ozanların değil, sözlü tarihin bugüne ulaşmasını sağlayan hafızalı kadınların da isimlerine yer veriyor. Kendisini, besleneceği yeni bilgi kaynaklarına yöneltenlere olan vefa borcunu ödemekten de geri kalmayıp adlarını tek tek not düşüyor.

Araştırma, kadın odaklı olsa da dilbilim açısından da “ocak” (age.: 271; 282), “kara” (age.: 271), “al” (age.: 320), “mağara” (age.: 146) gibi oldukça ilginç kavram listesi ve hem kadınlar hakkında hem de kadın ozanlarla ilgili zengin bir deyiş kaynağı oluşturmuş.

Erkek Egemen Söylemin Dişil Enerjiyi Sırlaması

Kıymet Erzincan Kına’nın bu çalışmasında; tarihe ve güncele dair iki özelliğin üzerinde durmayı önemli buluyorum: Yukarıdaki mottoda ifade bulduğu gibi; Erzincan Kına’nın kitabı, kadın kutsallığını yaşatan söylemlerde tanık olduğumuz olumlu kadın imgesinin, tarih boyunca ataerkil yapılardan kaynaklı günümüz olumsuz kadın imgesine nasıl dönüştürüldüğünü belgeliyor ve bu dezenformasyonu – en azında kadın bakış açısından - tamir ediyor. Ayrıca bu dönüşümün, günümüzdeki olumsuz kadın imgesine etkilerine ve kadına yönelik şiddetteki payına işaret ediyor. Kültürel hafızası zengin Erzincan Kına sahip olduğu feminist bakış açısı sayesinde yazarak kişisel deneyimlerini sorgulama ve yaşadığı travmaları sağaltma işlevini de yerine getiriyor (age.: 339).

Kıymet Erzincan Kına, yaptığı yoğun araştırmalar sonucu oluşturduğu zengin kaynaklarla en az üç eser oluşturacak motif çalışmasını tek bir eserde toplamış. Halkbilim çalışmalarında titiz bir araştırma ve ozanların söylemlerine hâkimiyet, üzerinde durulan kadına dair motif çalışmasını her açıdan ele almasını sağladığı gibi, konunun iç içe kurgulanmasındaki zorunluluğu da ortaya çıkarıyor.

Her duyduğu söylenceye körü körüne inanmadığını açıkça ifade eden Erzincan Kına (age.: 283) yine de ışık, ateş, ocak, mağara, rahim, eş (plesanta), delikli taş, kuş motifi, turnalar, geyik, ebemkuşağı, Hayat Ağacı, Kırkbudak, kayın ağacı, ardıç ağacı gibi sembollerin kadın bağlantılı anlamlarını tüm içtenliği ile kaynaklarla belgeleyip açıklıyor. Büyük çoğunluğu Alevi kültüründen beslenmiş söylencelerde ele aldığı sembolleri de Bektaşi-Alevi kültürü bakış açısı ile yorumluyor.

Örneğin, dişil enerjinin temsilcisi, kadının ve çocuğun koruyucusu Umay Ana eril dilde sadece koruduğu bu değerleri tehdit eden Al Ruh’a veya Al Karısı’na dönüşmekle kalmıyor. Üstüne, eril enerjinin sembolü olan ‘demirden toplu iğne’ ile esir alınana kadar, ahırda gece boyunca atlara “musallat” olup onları ölesiye terletip saçlarını ören, insanları korkutan uzun saçlı kadın olarak ifade ediliyor. Yazar aslında bu örnek özelinde dahi; kutsanan dişil enerjinin nasıl ‘sırlandığını’ veya tek tanrılı dinler ile yerleşik hayata geçilen yenidünya düzeni içinde eril gücün egemenliğine geçtiğini, tersten bir okumayla somutlaştırıyor. Aşağıda alıntılanan söylencede, sırlanan kadın motifleri bir kez daha çözülüyor:

“Geyikli Baba, ermişliğe bir işaret olarak kırk yıl Doğa Ana’nın zirvelerinde geyiklerle gezmiş olmalı ki, haberini de geyiklerin sütüyle uçurur döneminin bir başka ermişi Abdal Musa’ya. Rivayet o ki Geyikli Baba, kendisine bir parça közü pamuk içine koyarak bir müridiyle gönderen Abdal Musa’ya, aynı müritle bir kâse geyik sütü yollar. Böylece erkekleşen eren ve evliyalar, dişil enerjinin sembolü ateşe ve geyiklere hükmedebildiklerini birbirlerine karşılıklı olarak ispatlamaya çalışırlar (age.: 115-116)”.

Kıymet Erzincan Kına, “Yaya kalan kadınların umaysız kalmaya başladığı çağların arifesi[ni] (age.: 150)”, el değiştiren sembollerin gerçek sahipleri ile ortaya koyuyor:

“Böylece kuşların kanatlarıyla, erlerin atlarıyla uçtuğu çağlarda sözü ve yazıyı eline geçiren erk sahibi erlerin şekillendirip kayda aldığı Battalname ve Saltukname adlı menkıbelerde yalnızca atların ve erlerin kutsallığı baki olur. Görünürde gücünden örnek alınacak ulu analar olmadığı gibi, Manas ya da Dede Korkut’un at üstündeki yiğit ve bilge kadınları da sır olmuştur. Sadece destanlarında değil, türbelerinde de durum böyle olmalı ki Eskişehir Seyitgazi’de Seyit Battal Türbesini gezerken, Battal Gazi’nin buradaki görünürlüğünün mimarı üç kadının da nasıl görünmez kılındığını görebiliyordum (age.: 150-151).”

Erzincan Kına benzer sorgulamaları ve kadın bakış açısı ile yorumlarını; Havva ile Adem, Kadıncık Ana ile Hacı Bektaş Veli, Bacıyan-ı Rum, Sarı Kız söylencelerinde de tutarlı bir şekilde sürdürüyor. Umay Ana’nın İslamiyet’teki temsilcisi Fatma Ana’nın dahi yeri geldiğinde eril kutsallara itaat etmesi için uyarıldığını aktarıyor. Örneğin cennet ödülünün, peygamber kızı Fatma Ana’nın doğal hakkı olmayıp, kocası olan çobana her konuda öncelik veren bir kadına bahşedilmesi, ataerkil düzenlerin kadın-erkek toplumsal rolleri açısından prototip oluşturuyor (bkz. age.: 335).

Günümüz Kadın Sorununun Kaynağı ve Kişisel Deneyimler

Kıymet Erzincan Kına’nın kendisi “daha çok sezgilerimle varmaya çalıştığım gerçekli[k] (age.: 91)” dediği sözlü ve somut mirasa, kadın bakış açısı ve bilinciyle bakmamıza katkı sunarken feminist duruşu ile üzerinde konuşulmayan ‘özel’ konuları da doğal konuşma konusuna dönüştürüyor. Doğum, adet/aylık kanamalar, cinsellik gibi bastırılmış söylemler Erzincan Kına’nın dilinde ve kaleminde asıl anlamlarına kavuşuyor ve eril dilde neden ‘sır edildiklerine’ açıklık getiriliyor.

Tam da bu eril dil, söz konusu kadın ‘kutsal’ niteliklere sahip Kadıncık Ana olduğunda, hamileliğin cinsel birliktelikten kaynaklanmasını kabullenmeyip onu erkeğin burnundan damlayan kandan hamile bırakmayı tercih ediyor (age.: 181-182). Sözünü esirgemeyen Erzincan Kına, “Kadın […] erkeğin çocuğunu taşıyan rahimden ibarettir (age.: 202)” çıkarımında bulunduktan sonra “Ataerkil düzenler, bütün temiz analar Meryem olsa, onun gibi bakire doğursa temennisindedirler (age.: 215)” diye düşüncesini tamamlıyor. “Bel evladı” doğurmayan da inanca hizmet eden Deli Güzid Ana gibi “yol evladı” yetiştirerek kadına yüklenen görevi yerine getirdiğini öğreniyoruz (age.: 210).

Erkeğin kanı üretken görülürken, asıl üretken olan kadının ‘kanı’ ya “ceza” olarak yorumlanıp “lanetleniyor”, hatta kadınların kendileri tarafından “pislik, kirlenmişlik, hastalık” olarak nitelendiriliyor ya da kamufle ediliyor (bkz. age.: 319-331).

Yazar, okuru ortak ettiği anılarıyla bazen güldürüyor; çoğunlukla da hüzünlendiriyor. Ailece izledikleri programda güzel kadın koristi seçtikten sonra “Bir de en yakışıklı erkeği seçelim (age.: 138)” dediğinde aldığı tepkiler, erkeğin beğeni tahtasına konulmasının ve bunun bekar bir kadın tarafından ifade edilmesinin hoş görülmediğinin somut kanıtıdır. Araştırmacının, Sarı Kız efsanesini günümüz kadın cinayetlerine ve kendi evlilik kararında yaşadığı strese bağlaması (age.: 241) her birimizi yaşadığı zorluklara ortak kılıyor.

Çok çarpıcı başlıklardan biri “Mor cepkeni” ile boşama hakkını elinde tutan Yörük kadınlarıdır. Evlilikteki mutsuzluğunda inisiyatifi ele alan konargöçer kadınların aksine günümüzde Mor Çatı’ya sığınan kadınların dahi – tehdit unsuru eşlerin kadınların kaldığı yeri kısa sürede bulduğu için - güvende olmadıklarına dikkat çekiyor (bkz. age.: 156-157). Kadına dair söylem araştırmasında, aslında tarih boyunca kadınların yaşadıkları sorunların birçoğu ile güncel kadın sorunları arasında bağ kuruyor. Bu bağlamda hakarete ve iftiraya uğrayıp sürgüne gönderilen Anşa Bacı’nın yaşadıkları anlatılırken yakın coğrafyamızda köle olarak satılan kadınları da hatırlatıyor (age.: 177-181). Sarı Kız efsanesini, “sarı altın aşkına kazmaların sallanıp birçok ağacın devrildiği” diyerek – ve ne yazık ki oldukça basite indirgeyerek - Kaz Dağları’ndaki yağmaya bağlıyor (age.: 238).

Kültürel hafızada yeni bir zincir oluşturarak pek çok sözlü edebiyatta var olan söylemi sonraki kuşaklara yazılı belge olarak bırakan yazar, kadının adının yüzyıllardan beri sır edildiğini bir kez daha saptıyor ve eleştiriyor. Tıpkı 23 erkekle birlikte 17 kadının oluşturduğu “Kırklar Meclisi’ndeki bu on yedi kadının (age.: 224)” adının sır edildiği gibi. Tıpkı “Ak Ana’daki gibi sır edilmeye başlanan dişil gücün görünmez kılınmasının devamındaki inançlarda da Fatma Ana’nın ( 224-225)” adının silikleştirildiği gibi. Tıpkı Kadıncık Ana’nın mezarının Hacı Bektaş Veli Dergâhı’ndaki eşikte sır edildiği gibi (age.: 190).

Kıymet Erzincan Kına’nın bu değerli araştırmasında “Çocuksuz Kadınlar Lanetli İlan Edilirken” (age.: 303) başlığı altında işlediği “tıbıka” kavramı ise bende bir anıyı depreştirdi. On beş yaşında ablamla anneliği deneyimleyen annemin ikinci çocuğu Nükhet abim bebek iken ölür. Üçüncü çocuk olan benden sonra da iki kız çocuğu bebek yaşlarda kanatlanıp uçarlar. Annem, eril kutsalların elinden aldığı sarı kehribar bir taştan kolyeyi “tıbıka” lanetine karşı üzerinde taşırdı. Oğlu, canım kardeşim doğunca rahatladı. Ancak tıbıka tılsımı olan kolyeye başkası göz koymuş olmalı ki, bulamadığında çok üzülmüştü. Uzun ömürler dilediğim kardeşime bir şey olursa diye çok mu çok korkmuştu.

Kıymet Erzincan Kına yukarıda tadımlık paylaştığım kadına dair çok ciddi bu konuyu, tüm özeniyle inceleyip birleştirip aktarırken zaman zaman gülümsetmekten de geri kalmıyor. Oldukça ilginç bu halkbilim çalışmasını tüm kadınlarla birlikte erkeklerin de okuması dileğiyle.

Nazire Akbulut

Nazire Akbulut

"Adil olmamak ve adaletsizliğe tahammül etmek ... Adil olmayan bir tutumu vurgulamaktan daha önemlisi, adaletsizliğe tahammül etmenin ne kadar yanlış olduğunu vurgulamak gerek. Az kişi adaletsizlik yapma kudretine sahipken, oldukça çok kişi adaletsizliğe göz yummakta." Bertolt Brecht

"Unrecht tun und Unrecht dulden …Wichtiger, als zu betonen, wie unrichtig es ist, Unrecht zu tun, ist es, zu betonen, wie unrichtig es ist, Unrecht zu dulden. Unrecht zu tun haben nur wenige die Gelegenheit, Unrecht zu dulden viele." Bertolt Brecht

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Güncel Yazılar

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız