Görsel Tasırım: Helin Akbulut
Kasım 2024 Yadı Hakkında OKUR MEKTUPLARI
Ahmet Atak (İngiltere)
Yaşını Gösteren Kadınlar: Yaşlanmanın Feminist Deneyimi Üzerine Bir Değerlendirme
Nazire Hocam, öncelikle sizi tebrik ediyorum. Yaşlanma sürecini bu denli cesur ve açık bir yüreklilikle kabul edişinizi, bunu yazıya dökerek farklı bir evreye taşımış olmanızı takdirle karşılıyorum. Yaşlanmayı sadece bireysel bir deneyim olarak değil, toplumsal bir perspektifle, köydeki kadınların yaşamları üzerinden analiz etmeniz etkileyici. Yazınızda Firdevs Hala gibi örnekleri de paylaşmanız, bu yaşanmışlıkları daha da anlamlı kılıyor.
Firdevs Halayı ben de tanıyorum. Onun sofrasının ve yüreğinin açıklığı hafızalarımızda yer etmiş durumda. Akşam karanlığında köyün içinden geçerken, bizi durdurup adeta zorla misafir etme çabası, kendine biçtiği bu sorumluluk duygusu, bugün bile saygıyla hatırlanıyor. Yeşil bostanını ve köyün bereketini hatırlamak bile geçmişteki bu doğal yaşamın ne kadar kıymetli olduğunu bize gösteriyor.
Yazınızda bahsettiğiniz köydeki kadınların yaşlanmaya rağmen üretkenliklerini ve dinçliklerini korumaları, bugün şehirde yaşanan durumlarla karşılaştırıldığında önemli bir fark yaratıyor. Şehirde, betonların arasında sıkışmış, iletişimden yoksun ve sağlıksız bir yaşam sürmek zorunda kalan bireyler erken yaşlanırken; köydeki temiz hava, doğal beslenme ve aktif yaşam tarzı, kadınların hem fiziksel hem de zihinsel olarak genç kalmalarına katkıda bulunuyor. Bu, yaşamın içinde aktif olmanın ve üretkenliğin yaşlanmayı nasıl yavaşlatabileceğinin bir göstergesi.
Yazınızda feminist bir perspektiften dişil enerjinin önemine vurgu yapmanız takdire şayan. Ben de bu konuda benzer bir görüşe sahibim ve dişil enerjinin eril enerjiyle dengede olması gerektiğini düşünüyorum. Dişil ve eril enerjiyi bir çekirdeğin iki yarısı gibi görüyorum; biri olmadan diğeri de tam olamıyor. Bu bağlamda Eckhart Tolle’un bir düşüncesini paylaşmak isterim: “Eğer dünya liderlerinin yarısı kadın olsaydı, geçmişteki savaşların yarısından fazlası gerçekleşmezdi.” Bu söz, toplumsal cinsiyetin dünya düzeni üzerindeki etkisini net bir şekilde özetliyor.
Ayrıca, yazınızın bir noktasında yaşlanmayla birlikte gelen “teyze”, “amca” ya da “dayı” gibi hitaplara dair paylaştığınız hislerinizi çok iyi anlıyorum. 60’lı yaşlara geldiğimizde bu hitapları ilk başta kabullenmekte zorlanıyoruz. Çünkü kendimizi hâlâ genç hissediyoruz ve bu hitaplar adeta bir “yaşlandığımızı” hatırlatıyor. Ancak zamanla, bu hitapları kullananların çocuklarımızın yaşında olduğunu fark ettikçe bunu içselleştiriyoruz. Bu geçiş sürecini, duygusal olarak karmaşık bir şekilde yaşadığımız için, sizin bu konudaki duygularınızı çok iyi anlayabiliyorum.
Son olarak, şunu da belirtmek isterim: Her yaşın bir bilgeliği ve güzelliği var. Bunu ancak yaşadığımız anın değerini anlayarak ve onu derinden hissederek kavrayabiliriz. Bu düşünceye yazınızda yer verilmiş olması, yaşlanmayı yalnızca bir biyolojik süreç değil, aynı zamanda bir toplumsal, ruhsal ve kültürel deneyim olarak değerlendirmemizi sağlıyor.
Bu yazınız için Filiz’le birlikte size teşekkür ediyoruz.
------------
Suna Hanım (Kocaeli)
Hocam yazınızı büyük bir keyifle okudum. Beni çok manidar bir yerden yakaladı. Babamda demans başladı ve ben bir süredir yaşlanma, hatırlama ve unutma üzerine düşünüyorum. Kitabı da merak ettim, okuma listeme aldım. Ve tabi en başta söylemem gereken şey; çok geçmiş olsun💐 Dilerim en sağlıklı halinize bir an önce dönersiniz.
------------
Hıdır Bey (Almanya)
Değerli Hocam,
ellerinize sağlık, çok akıcı olmuş. Müthiş bir Türkçe, bir çırpıda okudum.
İçeriğine de çok katılıyorum; bu yaz Tokat hastanelerinde tüm personelin “amca” ve “teyze” hitapları sonucu iki genç hekimeyi fena Halde parpuladım. Yani okurken hissettiğimi anlatmak istiyorum.
Cesaretinizi ise ayrıca hayran oldum.
Kaleminize kuvvet..
------------
Ayşe Gürocak (İzmir)
Nazire Hocam, sanki geçmişime bir yolculuk, yüzüme tutulan bir ayna gibiydi yazınız. Görüşmek üzere sevgiler.
-----------
Leman Hanım (İzmir)
Yazı için çok teşekkür ederim. Yazıyı okudum, içeriğindeki görüşlerin hemen hemen hepsine katılıyorum. Aklımıza gelmeyen eksiklikler olabilir fazlası zaten yok. İnsan bilinçlendikçe daha çok haksızlığın farkına varıyor. Feminist olmaya yatkın oluyor. Bu döngüyü kırabilmemiz çok zor görünüyor. Kadın olarak bunu bizim bilinç altımıza kadar işlemişler. Bu bütün dünyada böyle. Daha evrim devam ediyor, belki tekamülümüzü tamamlayabildiğimizde haksızlık düzelecektir. Bunun mücadelesini veriyoruz zaten. İnşallah bu döngüyü kıracağız. Bunu biz kadınlar yapacağız. Kadınlarına değer veren toplumlar ancak yükselebilirler. Daha çok şeyler yazılabilir kısaca özetlemeye çalıştım. Selamlar, sevgiler J
------------
Türkan S. (Ankara)
Bu paylaşımınızla bir sayfanız olduğunu öğrendiğime çok sevindim. İnceleyip diğer yazılarınızı da okuyacağım.
Tabii Yaşını Gösteren Kadınlar’ı okumak da farz oldu😊
[…]
Kadına kendi özelinizin örneklerinden hareketle Türkiye’de kadın ve yaş algısına değinmenizi çok sıcak budum.
Gerçekten de bizim çocukluğumuzda bizim şu an bulunduğumuz yaşlardaki insanlar çok yaşlıydı. Hatta annelerimiz, teyze ve halalarımız da yaşlı insanlardı. Acaba diyorum bu bizim o genç ve çocuk hallerimizin bakışı mı yoksa biz o yaşlara geldiğimiz için içten içe yaşlı olmayı inkâr halimiz mi?
Bugün kendi akranlarımla kendimi karşılaştırdığımda da çevremdeki bazı kadınların kendilerine biçilen yaşlılık rolünü kabullendikleri için de o hale büründüklerini düşünüyorum.
Bir sosyal deney vardı. İki yaşlı kadın resmi konulmuş. Birisi son derece modern atletik, belli ki spor yapıyor, giyim kuşamı ile bizler gibi. Diğeri evin köşesine oturmuş başında beyaz tülbenti, gözünde gözlükleri ile bir şeyler örüyor. İnsanlara soruyorlar. Anne annenizin bu kadınlardan hangisine benzemesini istersiniz diye. Katılımcıların büyük yüzdesi beyaz tülbentli anneanneyi işaret ediyorlar.
Yani toplumun geneli için kabul gören yaşlı kadın tanımı var ve bu öğrenilmişlikten başka bir şey değil.
Bizler bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri ile hala üreten, topluma katkıda bulunmaya çalışırken kendisine de katma değerler katan kadınlarız.
Odağımız, yaşımızda ve yıllarda değil, kendimize değer katmakta.
Türk toplumundaki bu hitap biçimi de benim kendime dert edindiğim konulardan biridir. Mutlaka birilerinin ya ablası, ya teyzesi ya da yengesiyiz. Benim eşim yabancı ve ten renginden Türk olmadığı çok belli. Buna rağmen geçenlerde semt pazarında pazarcı bana yenge diye hitap etti. 😊) Yani hemen yabancı bir adamı kardeş kabul edip bana yenge dedi. Buna takıldım tabii. Nasıl oluyor bu diye sordum. Öyle yaaaa ablaa gibi bir cevap verdi. Evime en yakın eczanede satıcı kız bana teyze dediği için oradan artık alışveriş etmek istemiyorum.
Okumasını bugün bitirdiğim bir kitap vardı. Kitabımızın kahramanı iki yaşında Amerika’ya yerleşmiş, otuz yaşında Türkiye’ye geldiğinde ona herkesin, kızım, ablam, yavrum, teyzem demesine başlangıçta tepki gösteriyordu. Burada bir süre yaşayıp gittikten sonra Türkiye sanki koskocaman bir ailenin yaşadığı ülke gibi herkes birbirinin akrabası diye sıcacık bir tanım yaptı. Belki de bu bizim içtenliğimizin göstergesidir.
Şimdi iki görüş arasında gidip geliyorum.
Ve eşim benim bu konudaki hassasiyetimi bir türlü anlayamıyor. Biz okumuş yazmışların bir çeşit egosu mu acaba?
Sevgilerimle,
En kısa zamanda sizinle yüz yüze de sohbet etmeyi umuyorum.
Henüz Yapılmış Yorum Yok