Aralık 2024. Saç ‘Politiktir’, Ya Kıl?

2024 yılının Aralık ayında, uzun süre oturmamı engelleyen kaza nedeniyle Ocak 2025’e sarkan yılın bu son yazısında, ataerkil toplumun saç bağlamında kadına karşı cinsiyetçi tutumları üzerine yazarak düşünüyorum.

Baştaki Saçlar ve Vücuttaki Kıllar

Ataerkil sistemde ‘üstünlük’ kazanan erkek ve işbirlikçilerinin, kadınlar üzerindeki tasarruflarından biri kadının bulunabileceği mekânları ve o mekânlarda giyeceği kıyafetleri belirlemek olmuştur. Bedenin örtünmesi her iki cins için de kültürel değerlere uygun olarak gerçekleştirilirken, kadının başını örtmesi - erkek bakış açısıyla - saça atfedilen cinselliği kapatacak şekilde hayata geçirildi.

2022 yılında İranlı Mahsa Jina Âmini, sistemin zorunlu kıldığı örtünme kalıplarına uymadığı gerekçesi ile ahlak polisi tarafından alıkonularak gözaltında öldürüldü. “Jin Jiyan Azadi” sloganını tüm dünyada ortak sese dönüştüren bu cinayet sonrasında, birçok coğrafyada kadınlar saçlarını kesip sosyal medyada paylaşarak karşı duruşlarını ve desteklerini görünür kıldılar.

Almanca yayın yapan ARTE’nin Twist programında tanıtılan üç kadın yazar ve sanatçıdan İran asıllı İsveçli bale sanatçısı ve koreograf Vivien Assal Koohnavard ise tepkisini saçlarını o günden beri kesmeyip uzatarak gösteriyor. Kalça hizasına kadar uzanan saçlarını urgan ile daha da uzatarak “Her Voice” adlı performansında saçı işlevsel kılıyor. Urganı, boynundan başlayıp başına doğru dolayarak hem saçı hem de idamı çağrıştıran bir koza örüyor. Oluşturulan performansla saça, kadın için hapis ve suskunluğa mahkûmiyet anlamı yüklendiği anlatılıyor.

İki yıl sonra yine İran’da 3 Kasım 2024’de Asad Üniversitesi’nde Ahu Deryayi adlı kadın öğrenci, kadınlara yönelik baskıları protesto amacıyla sadece saçlarını açmakla kalmayıp  - sonucunu bile bile - soyunarak yaşadıkları baskıları çırılçıplak gözler önüne serdi. Kıymet Erzincan Kına eleştirisinde, patriyarka vurgusundan çok annelik kavramına yoğunlaşsa da isyanı duyulmayacak gibi değil: “Bir kadının vücudundan korkan kadın ve erkek herkese ve en çok da bu sistemi yaratanlara, analarından çıktıkları yeri ve yaşama tutunmak adına ilk sarıldıkları analarının memelerini işaret edercesine sadece o bölgelerini kapatıp meydan okudu analarından korkanlara.”

Deniz kültürünü benimsemiş sahillerde bikinili[1] veya mayolu bulunmak çıplaklık değil, doğal sayılır. Kış günü, denizden uzak yerleşim yerlerinde ve bırakın teni, saçın bir teline dahi tahammülün olmadığı bir siyasi ortamda bu meydan okuma tabii ki bastırılmaya çalışıldı. Ancak bireysel eylemlerin devam ettiği kesin. En son Ocak ayının ilk haftası sosyal medyada paylaşılan videoda, İran’da gar veya havaalanı gibi bir bekleme salonunda bir molla tarafından başını örtmesi konusunda ikaz edilen genç bir kadın, elini attığı gibi mollayı sarıksız bırakıp beyaz sarığı kendisine başörtü yapıyor; maruz bırakıldığı bu duruma karşı isyanını ise bağırarak dile getiriyordu.

Konu, ‘baştan çıkaran’ kadın saçını görünmez kılmakla da sınırlı değil. Dünyanın dört bir yanında cinsiyetlere bağlı bir güzellik anlayışı inşa ediliyor; bu kriterlere uymayanlar ise aşağılanıyor, dışlanıyor. Almanya’da, İranlı bir babadan ve Alman anneden doğup büyüyen Franziska Setare Koohestani vücudundaki ve yüzündeki tüylerden o kadar yılmış ki “Hairy Queen” adlı kitabı kaleme almış. Siyah kalın kaşları ve dudak üstü (bıyık) tüyleri - sarışınlarda var olan bu tüyler genelde göze batmıyor - daha ilkokul çağlarında alay konusu olmasına ve dışlanmasına neden olmuş. O yıllarda kıllarla başa çıkmak amacıyla İran’daki halalardan yardım istenmiş. Artık yetişkin bir genç kadın olarak ‘genel beklentiye uymaya’ karar vermiş. Örneğin bacaklarının tüyleri ile dolaşması halinde, “kimileri ‘feminist duruş’ olarak betimlerken başkaları ayıplayacaktır” diyor. Vücut tüylerinin alınması veya alınmamasına göre aidiyet duygusunu açığa vurduğumuzu; durumu kabullenmek veya protesto etmenin uyumlu veya uyumsuzluk göstergesi olduğunu, belirtiyor. Kadındaki saç ve kıllar “Statü, erotizm, protesto, güç ve aidiyetle ilgilidir. Bazen ölüm kalım meselesi bile olabiliyor. Çünkü saç kesinlikle özgürlüğün bir ifadesidir. Tüylerini almayan herkes ise disiplinsiz, pis ve tembel olarak görülüyor”, diye de ekliyor (çev. NA).

Hatice Akyün adlı gazeteci-yazarın “Einmal Hans mit scharfe Sose” (2007) adlı hiciv romanını okurken eksen karakter olan Türkiye kökenli, muhafazakar aile bireyi, Alman kültürü ile büyümüş genç gazeteci kadının, erkek arkadaşları ile buluşmalarına gitmeden gerçekleştirdiği vücut temizliğini – ağdayı bilmeyen Alman okura yapılışından uygulanışına kadar ayrıntılı betimlemesini – gülümseyerek okumuştum. Çünkü Akyün, genç kadının gerçekleştirdiği vücut temizliğini bir töreni, bir sanat eserini anlatır gibi gururla betimliyor; bunu kadın açısından bir zorunluluk gibi tanımlıyor. Tam, ‘erkekler de aynı vücut temizliğini yapıyor mu?’, diye soracaktım ki aklıma bazı gözlemlerim geldi.

Bizim kuşakta ağda işleri mahrem görülür, evde gerçekleşirdi. Genç kuşak bu eylemi kuafördeki ağdacılarla çözüyor. Türkiye’de çok yaygın olan ağdacılara bir o kadar da güzellik merkezlerinde müthiş kâr sağlayan epilasyon aletleri eklendi. Müşterileri ise kadınlarla sınırlı değil. Toplumun yarattığı kuralların aslında sadece kadınları kıskacına almadığı bir kez daha belgeleniyor. Tanık olduğum kadarıyla artık erkekler de sakal etrafını düzgün bir hat oluşturmaya ek olarak başta göğüs olmak üzere tüm vücutlarına epilasyon yaptırmaktalar. Kılda keramet olmadığı kesin. Özellikle son yıllarda erkeklerde moda olan uzun sakal, şiddet olaylarını gerçekleştiren bazı radikal grupları çağrıştırdığı için - bence - hiç estetik durmuyor. Fakat kadınları bu ıstıraptan kurtaralım derken, erkekler de evrimleşmeden kalan son izleri böylece ortadan kaldırıyor gibi.  Sistem, çeşitli kalıplaşmış yargılarla aslında “güzel” olanı dayatıyor elbette, en çok da kadınlara. Kadın ağda veya lazer yaptırmadığında ayıplanır, “kadın” gibi görünmemekle suçlanır. Ancak erkek ayıplanmaz. Yaptırmasa da olur. Hatta bu heteronormativite ile de ilgili bir şey, aslında homofobik bir bakış açısıyla “fazla bakımlı” erkekten de hazzetmiyor toplum.

Kılları bir tarafa bırakıp tekrar saçlara dönelim.

Paris’te yaşayan ve “Racines” (Kökler) adlı eserin yazarı karikatürist Lou Lubie, ARTE Twist programında ‘Saçlar kimliğimizdir’ doğrultusunda bir tez ileri sürüyor. Melez sanatçının babasının genlerinin etkisi ile buğday tenine rağmen annesinden miras aldığı kıvırcık saçları çocukluğundan itibaren dışlanmasına neden olmuş. Lou Lubie’nin, kıvırcık saçlarını benimsemesi yıllarını almış. Merakla, siyahi politikacıların veya kadın şarkıcıların saçlarına neden düz fön çektirdiklerini sorguluyor. Yaşadığı acı anıları hicvederek anlattığı karikatürlerde, yalnızca sömürgecilik ve kölecilik öncesi kıvırcık saça uygun tarağın köküne (tarihine) yolculuk yapmıyor, kimliğin de köklerine doğru uzanıyor.

Arte TV’nin Twist programının son konuğu Drag[2] sanatçısı Jazz Cortes’ti. Gazeteci Renzo Wellinger, Drag Queen hakkında yazdığı ilginç makalesinde, “Yüksek ökçeler üzerinde gururlu duruş ve protesto, bir drag queen’i yaratır” diye tanımlar (çev. NA). Drag Kraliçeleri, abartılı görselleri ile LGBTQ+ gruplarını en çarpıcı biçimde temsil ederler. Türkiye’de de bir prototipi vardı. Jazz Cortes; yaptığı makyaj, giydiği kıyafetler, ayağına giydiği yüksek ökçeler ve tasarladığı birbirinden güzel peruklarla bir an Huysuz Virjin’i anımsattı. Jazz Cortes tebdil-i kıyafet ile sadece objektifler karşısına geçerken Huysuz Virjin ise sahnede yarattığı kadınla ve küfürlü üslubuyla, söz sanatlarını da devreye koyarak toplumsal eleştiri gerçekleştiriyordu. Jazz Cortes’in de altını çizdiği gibi “Drag sanatı her zaman politiktir”. Draglerde bu görsel illüzyonu tamamlayan en önemli aksesuar ise peruk/saçtır.

Saç ve kıl konusunda bireylerin duruşu, her birinin karakter özelliğinden kaynaklanıyor. Suskun, kabullenici ve itaatkâr kitlenin aksine eleştirel fikirli, özgür ruhlu ve özgün kişilerin duruşunu milliyetle, ırkla, dinle, cinsiyetle, cinsel yönelimle ve sınıfsal konumu ile, ezene karşı ezilenlerin sınıf direnişiyle açıklayabileceğimiz gibi bireyin karakter özelliklerine de dayandırabiliriz. Bunu da bir sonraki yazımda ele alacağım.

Yılın son ayında yazdığım üzücü konulara rağmen umudun olduğunu da anımsatmak isterim. Düşüncelerimizin manipüle edildiği ve dikkatlerimizin bilinçli bir şekilde yöneltildiği İran’da, kadınların saçları ve kıyafetleri üzerinde uygulanan baskılara karşı kitlesel tepkileri acımasızca bastırılmıştır. Her ülkede ve her toplumda şiddet ve baskılara karşı direnen bilinçli kitleler; sahip oldukları karakter, ezilen taraf olmaları ve baskılardan yılmamanın etkisi ile ataerkil, totaliter, anti-demokratik iktidarlara kafa tutmaktalar. Filistin halkına karşı işgal ve soykırımı sürdüren İsrail devleti yetkililerinin aksine, hümanist Yahudiler de ülke yönetimine karşı tepkilerini ve itirazlarını saklamıyorlar. Umut hep var.

 


[1] Aslında denizin olması dahi şart değil; önemli olan doğayı ve havayı hissetmek ve yaşamak, içine doğduğunuz kültürün de buna uygun olmasıdır. Örneğin Uluslararası Almanca Öğretmenler Sempozyumu (idt) 2013 yılında İtalya’nın Bozen kentinde gerçekleşti. Çevreyi keşfetmek üzere dağlık bölgede uzunca bir parkurda teleferikle dağ silsilesini aştık. Yüksekçe bir noktada bir kadın, şortunun üstüne t-shirt değil de bikini giyerek çalışırken aynı zamanda güneşten yararlandığını fark ettiğimde, o güzel tabloyu fotoğraf makinamla sabitlemiştim.

[2] Renzo Wellinger, Drag kültürünün 1920’lerin sonlarına doğru Manhattan’in Afrika kökenli Amerikalıların yaşadığı Harlem banliyösünde “drag ball” (drag baloları) adlı etkinliklerle başladığını paylaşır. “Drag queenler, günümüzde modern LGBTQIA+ hareketinin temel taşı olarak kabul edilen Stonewall protestolarında önemli rol oynamışlardır. Haziran 1969'un sonunda bir yaz gecesi, queer insanlar New York polisinin sürekli tacizine karşı [günler süren] bir direniş sergilerler.” Böylece kapalı salon drag balo kültürü, New York şehrindeki sosyal açıdan dezavantajlı Afro-Amerikan ve Latin kökenli gençler tarafından geliştirilir. Kurulan bu “Kulüpler, çoğunlukla kendi aileleri tarafından dahi dışlanan queer çocuklara (ötekileştirilmiş ergenlere) sadece yaratıcı bir platform değil, aynı zamanda koruma ve güvenlik de sağlıyordu.”, diyor Wellinger.” Kulüpler, deneyimli "annelerin" bilgi birikimlerini genç nesillere yani "drag kızlara" aktardıkları yerler olarak ‘hizmet içi eğitim’ de üstlenmiş oluyorlar. Giyim kuşamdan drag jargonuna kadar her konuda günümüz LGBTQIA+ grupları bu süreçler üzerine kurulmuştur (çev. NA).

Nazire Akbulut

Nazire Akbulut

"Adil olmamak ve adaletsizliğe tahammül etmek ... Adil olmayan bir tutumu vurgulamaktan daha önemlisi, adaletsizliğe tahammül etmenin ne kadar yanlış olduğunu vurgulamak gerek. Az kişi adaletsizlik yapma kudretine sahipken, oldukça çok kişi adaletsizliğe göz yummakta." Bertolt Brecht

"Unrecht tun und Unrecht dulden …Wichtiger, als zu betonen, wie unrichtig es ist, Unrecht zu tun, ist es, zu betonen, wie unrichtig es ist, Unrecht zu dulden. Unrecht zu tun haben nur wenige die Gelegenheit, Unrecht zu dulden viele." Bertolt Brecht

Yorumlar (0)

Nazire Akbulut
  • Henüz Yapılmış Yorum Yok

Bir Yorum Bırakın

Nazire Akbulut
captcha

Güncel Yazılar

Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut
Nazire Akbulut

Kapatmak için X butonuna basınız